Yılın gazetecisi Gülden Aydın: Kibir en büyük düşmandır
Her zaman, gazeteci Gülden Aydın kadar renkli bir konuğum olamıyor. Gazetecilikle ilgili pek çok soru sordum, mesleğe bakışını çok önemsiyorum, ondan öğrenecek çok şey olduğuna inanıyorum. Evet...
Her zaman, gazeteci Gülden Aydın kadar renkli bir konuğum olamıyor. Gazetecilikle ilgili pek çok soru sordum, mesleğe bakışını çok önemsiyorum, ondan öğrenecek çok şey olduğuna inanıyorum. Evet, yılın gazetecisi seçilen Gülden Aydın röportajı bugün de devam ediyor...
- Senin çok ilginç, kimsenin aklına gelmeyecek haber kaynakların var, nereden buluyorsun onları?
Bazen onlar beni buluyor ve çok önemli haberleri fısıldıyorlar telefonda. Haber öncesi araştırma yaparken o kadar değişik tiplere denk geliyorum ki. Dolandırıcı, pornocu, seks işçisi, pezevenk, katil, hırsız... Hiçbiriyle bağlarımı koparmadım, arada telefon açıp hatırlarını sorarım...
- Hayatın sert, acımasız ve kederli alanlarından haberler bulup çıkardığından mı, bütün bu insanlarla hızlı bağ kurabiliyorsun? Haber kaynakların o yüzden mi sana güveniyor?
Bilmem, belki de. Telefonda konuştuğumda ya da kapılarına gittiğimde, “Hayatta olmaz, konuşmam!” diyeni bile ikna ettim, hiç eli boş dönmedim. Üstelik vaatte bulunmadan, yalan söylemeden... Kararlı, halini ve çekincesini anlayan, gözlerine kararlılıkla bakan, neden ısrar ettiğini doğru anlatan gazeteciye güven duyuyorlar. Kibir, en büyük düşmandır. Karşımızdaki o “sıradan” ya da “cahil” kişinin öyle bir sezgide, sağduyuda eğriyi doğrudan ayırt etme yeteneği vardır ki şaşırırsınız...
- Senin Anadolu’ya, doğuya gittiğin haberler sırasında taliplerin de çıkar hep... Çiçek gönderenin, gazeteye kebap gönderenin, evlenme teklif edenin... Nasıl oluyor bu? Seni en çok şaşırtan hangi hikâye hangisiydi?
Hey gidi gençlik... Epeyce çıkmıştı. Anında tavrımı koyup nutuk atardım bir de üstüne. Mahcup olurdu kimi. “Delikanlı kadınsın!” derlerdi. Adanalı biri vardı. Gazetedeki arkadaşlarıma birer demet çiçek verdikten sonra karşıma geçti, Aragon’un ‘Elsa’ya Şiirleri’nden okudu. Paltosunun cebine doldurduğu gül yapraklarını başımdan aşağı döktü. Bir ay sonra İstanbul’a geldiğinde buluşmak istedi. Kırmızılı, pullu payetli bir elbise getirmişti. Bana âşık olduğunu, İstanbul’da ev tutmak istediğini söyledi. “Evli misin?” diye sorduğumda, başını eğip evli ve dört çocuk sahibi olduğunu anlattı. Çektiğim nutku dinledikçe utandı...