Avrupa’ya giden öğrenciler
Yurtdışı eğitim deyince aklımıza ilk olarak Batı, daha sonra bu kapsamda önce Avrupa sonra da Amerika geliyor. Eh orada bulunmuş, okumuş olanlar da gözümüzde çok daha başka bir yere oturuyor. ‘Olmuş...
Yurtdışı eğitim deyince aklımıza ilk olarak Batı, daha sonra bu kapsamda önce Avrupa sonra da Amerika geliyor. Eh orada bulunmuş, okumuş olanlar da gözümüzde çok daha başka bir yere oturuyor. ‘Olmuş olmak’ için ille de böyle bir eğitime şart gözüyle bakıyoruz. Bir bakıma öyle de olmalı zaten; çok yönlü bakış ve bilimsel disiplin eğitimi konularında kendilerini ispatlamış Batı kurumlarının uzmanlığı kanıksamamızın bizdeki tarihi de çok yeni değil. Tabi bu tartışmaların bir de başladığı yer var. Batının; bilimin merkezi, kültürün merkezi, finansın merkezi, ticaretin merkezi olmasıyla beraber, oradaki eğitimden de artı beklentilerimiz olduğu bir gerçek. Bizde olmayan birçok şeyin oradan tamamlanmasını bekliyoruz. Ama öyle mi oluyor? Hangi merkezde olursa olsun Batıda eğitim görüp gelmiş olan gençlerimiz nasıl birisi olarak dönüyor. Buna bakıyor muyuz? Frantz Fanon Yeryüzünün Lanetlileri kitabında yeni sömürgeciliğin geçtiği yolun bu olduğunu söyler. Bu sadece bize özgü değil, Hintli, Arap, Cezayirli, Rus batıda eğitim görüp ülkesine dönen kişi ne ya da kim olarak dönüyor? Ya da batı eğitimini kendimize referans yapmak ne kadar doğru. Bunu referans yapmadan değerlendirme yapabilsek keşke... Nerden çıktı şimdi bu konu derseniz. İki gerekçem var: Birincisi yurtdışında eğitim görmüş olmanın uzman sayılma, mevzulara vakıf olmak, sorun çözücü olmak, işini bilmek gibi başlıklara eşitlenmesine çok fazla şahit oluyorum. Aslında ne gittiği ülkeyi ne de döndüğü ülkeyi idrak edebilmiş arafta bulunan zihin yapıları ile hangi derde derman olacaklar.
Bunun gündeme gelmesinin ikinci sebebi de TRT 2’de yayınlanan ve Alev Alatlı’nın ihmal edilmemesi gereken nasihatlerinden oluşan “İhmal Edilebilir Nasihatler” isimli programda ele aldığımız konular oldu. Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün’ün de katıldığı bu programda modernleşmeden, batı doğu meselelerine, sık kullandığımız klişe olarak ezberlediğimiz bir çok yargıya “acaba “ sorusuyla yaklaşıyor ve bu meseleleri didik didik ediyoruz. Bunların içinde “batı” da “doğu” da var elbette! Programda konuştuğumuz konular üzerine kafa yorarken, bu ilişkiyi başlatan unsurları merak ettim. O günden bugüne devam eden bu ‘üstün düşünce sahibi olma’ ve ‘diploma geleneği’nin başladığı yeri Avrupa’ya öğrenci gönderme serüvenin de buldum. Okuduklarımız sizinle paylaşıyorum. Adnan Şişman’ın bu konuya ilişkin tezi önemli bir kaynak olarak görünüyor. Özellikle Avrupa diyorum zira o zamanlarda Amerika henüz Batı’nın merkezi değil. Hatta batı da batı değil, garp!
…
Avrupa 18. Yüzyıl ile birlikte Osmanlı’nın gözüne fetih amacı dışında görünmeye başlamış. Bu algıda askeri yenilgilerin de payı büyük. O zaman Avrupa’nın merkezi Fransa. Fransa ve İtalya’ya öğrenci göndermeyi ilk olarak Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa başlatmış. 1815’te İtalya’ya giden öğrenci matbaacılık tahsili için gönderilmiş. “Mısır Valisi 1826’da da Paris’e 44 öğrenci göndermiş, öğrenciler Ecole Egyptienne’e devam etmişlerdir. Osmanlı Devleti ise 1830’dan itibaren burslu statüde Fransa’ya öğrenci göndermeye başlamış. 1856 yılında gönderilen Osmanlı öğrencilerinin sayısının elliyi bulduğu, ilk önce lisan okullarına verildikleri, yirmisinin Prytanée Impérial Militaire mektebine yerleştirildikleri kaydedilmektedir. Daha sonraki yıllarda da gönderilen öğrencilerin otuz sekizi Müslüman, yirmi üçü gayrimüslim olmak üzere toplam atmış birdir. Osmanlı bunları takip etmek için Talebe-i Osmaniye müdürlüğü diye bir müdürlük kurar.
Osmanlı, ne oluyor öğrenip gelsinler merakıyla bursla gönderdiği öğrencileri orada yalnız bırakmaz. Paris’te Mekteb-i Osmânî ismiyle 1857’de bir hazırlık okulu açar. Fransa’daki gayrimüslim Osmanlı öğrencilerinin dinî ihtiyaç ve ibadetleri için talep üzerine Ermeni Papaz Ohannes Hünkarbeyendiyan’ın Fransa’daki Müslüman Osmanlı öğrencilerinin benzer ihtiyaçları için Hoca Tahsin Efendi’yi görevlendirir. Ancak Hoca Tahsin Efendi’nin İstanbul’a erken zamanda dönüşüyle Müslüman öğrencilerin ilgili hizmetten mahrum kaldığı kayıtlarda ifade edilmektedir. Ancak ilerleyen zamanlarda okul, yapılan masraflara karşın gerekli verimin alınamaması sebebiyle kapatılır. İstanbul’da batılı anlamda bir eğitim kurumunun açılması fikri bu süreçte gelişir. Bu okul Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’de olacaktır. Sonraki yıllarda da “Fransa’ya doksan üç öğrenci gönderilmiştir. Bu öğrenciler tıp ve askeri alanların dışında tornacı, fayans dekoratörü, sobacı gibi çeşitli meslek dallarında çıraklık eğitimi almışlar. Fransa’da çıkan karışıklıklar nedeniyle bir bölümü İstanbul’a dönmüş, bir bölümü de Belçika’ya gönderilmiştir. Osmanlı hükümeti tarafından Fransa’ya gönderilen öğrencilerden yapılan masraflara karşılık memnuniyet verici bir verim alınamadığının görülmesi üzerine 1875’te bütün öğrenciler geri çağrılmıştır.” 1839-1876 yılları arasında gönderilen öğrenci sayısı 244’tür bunların yetmiş üçü Ermeni, Rum ve Bulgar asıllıdır.”
Bu 244 öğrenci Genç Osmanlıların fikir babası olurlar. Osmanlı’nın son döneminin önemli isimleri bunlar arasından çıkar. “İbrahim Şinasi Türk fikir hayatı ve edebiyat, Ferik Mahzar Paşa teşrih, Mirliva Nuri Kenan ve Fevzi Paşa’lar iç hastalıkları, Şakir Paşa fizyoloji, Miralay İbrahim Yusuf Bey asabiye, Ferik ressam İbrahim Efendi, Hüsnü Yusuf, Osman Hamdi, Şeker Ahmed Paşa resim sanatında ilklere imza atmışlardır. Yine ilgili dönemde Fransa’ya gönderilen Ethem Paşa, Mehmed Emin Paşa, Ahmed Vefik Paşa’lar sadrazamlığa, Münir Paşa vezirliğe, Aleksandır Mavroyani sefirliğe kadar yükselmişler, bir çokları da çeşitli mekteplerde öğretmenlik, orduda üst düzey subaylık görevlerinde bulunarak hem önemli devlet kademelerinde hizmet etmişler, hem de batılı zihniyetin nüfuz etmesine sebep olmuşlardır. İlim, sanat, kültür ve teknik alanlarda gönderilen öğrenciler aynı zamanda Fransız kültür değerlerinin taşıyıcısı olmuşlar…”