Hala başörtüsü mü?
Bu soruyu sıkça duyuyorum. Ve her söyleyene de ‘evet ve ne yazık ki hala başörtüsü’ diyorum. Hala başörtüsü, çünkü başörtüsü; toplumsal ayrışmada, tarafların...
Bu soruyu sıkça duyuyorum. Ve her söyleyene de ‘evet ve ne yazık ki hala başörtüsü’ diyorum. Hala başörtüsü, çünkü başörtüsü; toplumsal ayrışmada, tarafların belirlenmesinde, sınıfsal yargıların ifadesinde, ideolojik önyargıların dışavurumunda, kadınlara yönelik aşağılamada, dinler arası çatışmalarda, siyasi geçmişin yükünü taşımakta ve de hayatların harcanıp gidebilmesini sağlamakta hala sembolik ama güçlü bir etkiye sahip. Üzerine yüklenen mana büyük!
Taşıdığı sembolik yük kendi materyalinin kat be kat üzerinde bir ağırlıkta. Bu nedenle bana başını örtmek istediğini söyleyen her genç kıza da bu ağırlığı hatırlatır ve iyi düşünmesi gerektiğini her zaman söylerim.
Başını örtmek elbette sadece bir giysi tercihi değil, bir estetik meselesi hiç değil; cinsiyetçi bir saklanma hiç hiç değil! Arkasında kadim bir tarihi ve sembolize edilen birçok çatışma alanını barındırıyor. Öyle ki siyasi tarihin de dinler tarihinin de aydınlanmanın da bir parçası. ‘’Başörtüden kurtulmak’’ da ‘’başını örtmek’’ de başlı başına bir sembol. 20. yy kavramlarının, batılılaşmanın, kadın haklarının, özgürlüğün ve daha pek çok şeyin sembolü. Hatta geri kalmışlık, erkek egemenliği, sınıf kavgası, cahillik, baskıcılık, totaliterlik gibi birçok anlam da üzerine yükleniyor. Bu anlamlarla en sorunsuz görünen Avrupalı için bile bir sorun.
Bizim içinse Osmanlı’dan başlayarak batılılaşma çizgimizin ve de Cumhuriyet tarihimizin en büyük çatışma simgesi. Köylü kadınlar örtülerini çıkarsınlar diye ‘’çarşafla mücadele kanunu’’nu TBMM’ye getiren Demokrat Parti’den milletvekili iki hanımdır. Bu tarihi göz ardı edemeyiz. Bugün başörtülülerin önlerine dikilen engeller kaldırılmış gibi görünse de bu sorun ilk fırsatta canlandırılacak sembol bir meseledir. Başörtülülerin sayılarının ve görünürlüklerinin artması sorunun kapasitesini yok etmez. Başörtüsü sadece bizim kendi hikayemizin bir parçası değil. Batı’nın kendi iç kavgalarından da İslam ile olan kavgalarından da İslam dünyasını yönetme biçiminden de bağımsız değil. Ve bu konuda zihniyetin bir anda değiştiğini, sadece bir iktidar dönemine bakarak söylemek hiç mümkün değil.
Ben AK Parti kurucusu olduğumda ( 2001) başörtülü kuruculuk suçu nedeniyle Anayasa Mahkemesi iptal davası açmıştı. Karşı cepheden (farklı ideolojik taban itibariyle karşı cephe diyorum) sadece feminist Pazartesi dergisi karşı çıkmış;
“Aynı siyasi çizgiden gelen Abdullah Gül kurucu oluyor da Ayşe B. niye olmuyor’’ diye başlık atmıştı… İşin özeti de buydu!