Mahşer yeri Beyrut…
Selam sana yüreğimin derinliklerinden diye başlayan Feyruz’un söylediği “li Beyrut” şarkısı bugünlerde dilimize yeniden yerleşeceğe benziyor.Şarkıda şehrin iç savaş ile değişen atmosferini...
Selam sana yüreğimin derinliklerinden diye başlayan Feyruz’un söylediği “li Beyrut” şarkısı bugünlerde dilimize yeniden yerleşeceğe benziyor.
Şarkıda şehrin iç savaş ile değişen atmosferini tasvir ederken şehrin tadının ateş ve duman tadına dönüştüğünü söyler. 15 yıl iç savaş yaşamış, her bir sokağı bir milis gücün savaş mevzii olmuş, binalarının yüzleri delik deşik edilmiş, suikastın, cinayetin hesabının sorulmadığı, sokakların kapanın elinde kaldığı bir şehir atmosferini en iyi anlatan şarkıdır li Beyrut. Ortadoğu’nun laboratuvarı olarak tanımlanan bu şehir, hem sefa ve eğlencenin hem de çatışma ve gerginliğin her zaman dibini görür. Bugün itibarıyla bölgesel krizin ibreleri tarafların burada karşı karşıya geleceğini gösteriyor.
Başbakan Hariri’nin istifasının zorla alındığına dair rivayetler, bir rivayete göre Riyad’da rehin tutulması, bir başka rivayete göre işkence iddiaları, Suudi Arabistan ile İran arasındaki kapışmanın ya da boy gösterisinin yapılacağı arena olarak Lübnan’ı işaret ediyor. Beyrut dinamiklerinde taraflar bu çatışmaya şimdiden hazırlanmışa benziyorlar. Lapierre- Colins’in yazdığı “Kudüs ey Kudüs” kitabından sıkça söz ediyorum. Kitap Kudüs meselesi bir tarafa 1980 öncesi İsrail’in kuruluşu ve Filistin’in işgaliyle derinleşen sorunlara karşı Beyrut’un nasıl elverişli bir laboratuvar haline getirildiğini de anlatır. FKÖ’nün Beyrut’a yerleşmesinin bahane edilmesiyle başlayan çatışmaları, iç savaşı, etkin güçlerin sürekli taraf değiştirmesini ve İsrail tarafından güney Lübnan’ın işgali de bu sürecin önemli bir parçasıdır. Lübnan’da iç savaşı bitiren ve güney Lübnan’ı İsrail işgalinden kurtaran güç ise Hizbullah’tır. Yani İran’a bağlı Şii askeri güçler. Lübnan’ın yönetim ve hukuk sisteminin kurucusu ise Fransızlar. Cumhurbaşkanının Maruni, Meclis Başkanının Şii, Başbakanın Sünni olması ve Parlamento üyelerinin Hristiyanlar ile Müslümanlar arasında 6/5 oranında paylaştırıldığı bu yönetim modelinin dünyada pek de işleyen bir örneği olduğunu da söyleyemeyiz.
Beyrut’a ilk ziyaretimi gazeteci bir ekiple yapmıştım. İç savaşın bitip İsrail’in güney Lübnan’dan çıkarıldığı dönemlerdi. Bölge dinamiklerini anlamak bir hayli güçtü. Çünkü taraflar dönemsel olarak birbirleriyle ittifak edip savaşıyorlardı. Şimdi, sonraya işaret etmiyordu.
Daha sonraki gidişlerimde Güney Lübnan sınırına da geçtim. Hizbullah askerleriyle İsrail askerlerinin bakışabilecek kadar yakın olduğu bir sınırdı burası. İsrail, yerleşim birimlerine o kadar yakın ki evlerdeki konuşmalar geliyordu. Elbette İsrail de yerleşimcilerini inadına en dibe kadar getirmiş adeta bir Amerikan kasabasını içinde insanlarıyla oraya kondurmuştu. Sınır köyünde yüzyıllardır bölgede yaşayan halkın evlerinin bir yarısı orada bir yarısı burada kalmıştı. İsrail işgal yıllarında buradaki dağların tepesinde bir hapishane yapmış ve birçoğu bölge halkından oluşan mahpusları burada tutmuş, ağır işkencelerden geçirmişti. Bunlardan 14 yaşında hapse girip 4 yıl sonra Hizbullah güçleri tarafından kurtarılan bir genç hanımla sonradan müze haline getirilen bu hapishanede röportaj yapmıştım. O zaman buradaki Hizbullah güçlerinin bölge halkı için (ister Hristiyan olsun ister Sünni Müslüman) İsrail’e karşı bir kurtarıcı olduğunu gördüm.
Daha sonraki yılarda da gittim Lübnan’a… İlk zamanlarda binaların çoğunda kurşun izleri duruyordu. Daha sonraki yıllarda bu izler kapandı. Beyrut canlanmaya ve eğlencenin merkezi olmaya başladı. Hariri Beyrut’un merkezine, Parlamento binasını da kapsayan lüks ve tarihi görünümlü bir çarşı yapmıştı. Verginin ve mali takibin olmadığı Beyrut finans çevreleri için de elverişli bir karadelikti. 15 yıl süren iç savaşı ve savaşın ardından binalardaki kurşun mermisi izleri daha yeni tamir edilmeye başlanmıştı. Beyrut’un onarımında ya da yeniden yapılmasında 2005’te bir suikasta kurban giden baba Hariri’nin etkisi büyüktü. O dönemde Beyrut’ta gündeme gelen turuncu devrimi de bu arada unutmayalım. Hizbullah’ın bölgedeki gücünü 2006 İsrail saldırısından sonra perçinlediğini de not olarak düşelim.