Müslüm... Litrelerce gözyaşı...
Peşin peşin söyleyeyim; mendillerinizi yanınıza almadan sakın bu filme gitmeyin. Kendinize, düzene, kötü kalplere, umutsuzluk içindeki umuda, sevgiye, inanca, insan olmaya ağlayacaksınız çünkü. Tam da burada bir...
Peşin peşin söyleyeyim; mendillerinizi yanınıza almadan sakın bu filme gitmeyin. Kendinize, düzene, kötü kalplere, umutsuzluk içindeki umuda, sevgiye, inanca, insan olmaya ağlayacaksınız çünkü.
Tam da burada bir es verip 'bir filmin kalitesi seyirciyi ağlatmasıyla ölçülür' gibi bir bakış açım olmadığını belirtmek isterim.
'Müslüm', özellikle ilk yarısında seyirciyi bağrından yakalayan bir film. Yönetmenler Ketche ve Can Ulkay'a, senaristler Hakan Günday ve Gürhan Özçiftçi'ye yazının başında selam durmak isterim.
Milyonları peşinden sürüklemiş, Türkiye'nin yakın tarihi anlatılırken asla görmezden gelinemeyecek biri Müslüm Gürses. Üniversitede sosyoloji dersinde bizlere okutulacak kadar Türkiye'dir Müslüm Gürses.
TİMUÇİN ESEN ZİRVEDE
Oysa 'modern' olmaya ve yüzünü yalnızca Batı'ya dönmeye çalışan ailelerin çocuklarıydık biz. Ancak bugün anlıyorum, bu öylesine arzu dolu bir çabaydı ki (evet çaba, gerçek değil) kafalar ülkenin gerçeklerinin aksi yönüne çevrilmişti. Misal bizim gibi Batı sevdalısı ailelerin evlerinde Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur şarkılarını duymamız imkansızdı. Yasaktı. Bu sözsüz bir anlaşmaydı. Gidip bir yerden kasetlerini bulup çalarsak da 'Bu çocuğun hali ne olacak?' sorusunu sorar, fırçayı kayarlardı.
O yüzdendir ki, kopuk büyüdük (büyütüldük) biz ülkemizin damarından, canından, acısından, insanının aslından. Bugün de o kapalı gözlerimizin sınavını veriyoruz işte.
Benim Müslüm Baba'yı keşfetmemse üniversite yıllarıma denk gelir. 'Yahu bu adam ne diyor? Neden baba?' sorularını ancak o zaman sorabildim yani. Ama hâlâ çok da anlamadığımı, üstünden geçtiğimiz pazartesi akşamı 'Müslüm' filmine gidince idrak ettim.
İlk dakikalardan film bitene kadar gözyaşlarımı tutabilmem mümkün olmadı.
Artık o kadar ağlamışım ki, yanımdaki arkadaşım "Ayşe lütfen, yeter artık" diye beni dürttü.
Müslüm Gürses'in dram dolu çocukluğu, Adana, zalim babası, müziğe başlaması, bitmeyen mücadelesi ve yaşadığı tüm acılara rağmen kötülüğe geçit vermeyen kocaman yüreği öyle bir ele geçiriyor ki...
Timuçin Esen oyunculuğun zirvesine yerleşiyor. Zerrin Tekindor'a yine yeniden söylenecek söz bulmak çok zor.
Müslüm'ün çocukluğunu oynayan Şahin Kendirici'yi ise şuraya altın harflerle yazalım, ileride bakıp bakıp hatırlarız. Yani nefis oyunculuklar ve duyguları üçle beşle çarpıp kucağımıza atan usta yönetmenliklerle birleşince başımızın üstünde taşıyacağımız bir film çıkmış ortaya.
Baktım; Timuçin Esen'in şarkıları seslendirmesi ve Müslüm Gürses'in orijinal kayıtlarının kullanılmaması sosyal medyada tepki çekmiş. Ben o tarafın görüşüne katılmıyorum. Timuçin Esen, olağanüstü bir performans sergilemiş ve ayakta alkışlanmayı hak ediyor.
PEKİ NEDEN MÜSLÜM BABA?
Yere göğe koymak istemediğim 'Müslüm' filmiyle ilgili emeği geçen herkesi sevgiyle selamladıktan sonra tek eleştirim var. Şimdi düşünün ki siz Müslüm Gürses'i tanımıyorsunuz, bilmiyorsunuz. Hatta siz yabancısınız. Filme girdiniz; Müslüm'ün çocukluğunu, acılarını, müziğe başlamasını, ailesini, aşkını gördünüz ama çok önemli bir noktada kalakalırsınız. Yahu bu adam nasıl Türkiye'nin Müslüm Baba'sı oldu?
İşte bu sorunun cevabı yok.
Müslüm'ü tanımayan, Gülhane Parkı konserinde binlerce kişinin neden kıyamet koparttığını, insanların kendilerini niçin jiletlediklerini, Müslüm Baba'nın o günün Türkiye'sinin neresine denk geldiğini, yüreklerde nereyi kanattığını anlayamaz.
Çünkü film bize bu çok önemli noktayı anlatmıyor.
Yine de kalbimin üstüne koydum bu filmi ve bütün gece önyargı üzerine düşündüm.
Kimin nerelerden geçip bugüne geldiğini bilebilmemiz mümkün mü? Hüküm vermekten niçin vazgeçemiyor insan?