Biraz küselim
Egede tanıştık küsken adlı çiçekle. Dokunmayın. Yaprağından küsüyor. Ayası kapanıyor kendi içine. Bir süre açılmıyor. Ta ki siz uzaklaşıp yalnızlığına saygı ile...
Egede tanıştık küsken adlı çiçekle. Dokunmayın. Yaprağından küsüyor. Ayası kapanıyor kendi içine. Bir süre açılmıyor. Ta ki siz uzaklaşıp yalnızlığına saygı ile unuttuğunuzda belki… Yeniden hayata dönüyor.
Tam da toplumsal barış için küsmenin güzelliğini düşünüyorum. Merak etmeyiniz. Üç günü geçmeyecek, bir ömre yürümeyecek olanından bahsediyorum. Düşünsenize tam üç gün kendi kendinize kalmışsınız. Kimseye içinizden gelmediği halde gülümsememişsiniz. Küçük büyük merakların üstünüzde spot ışığı gibi dolaşmadığı bir zaman diliminin keyfindesiniz. Gündelik kurcalayıcı sorulara maruz kalmadan yaşanan üç gün. Ne size sorulmuş ne siz sormuşsunuz. Sükûnet içmişsiniz. Derine çıkmışsınız. Küplere binmiş sırlardan bir iki bir iki çözmüşsünüz. Şifrenizi güncellemişsiniz. Anladınız siz onu… Gözleriniz beriye mıhlanmaya tenezzülsüz. Öteye öteye kayıyor yerinde duramayan bir yıldızın tecessüsüyle…
İnsanı, diğeri, başkayı özlemişsiniz. Usandıklarınızı arayacak kıvama gelmişsiniz, öte yandan… Alın size barış. Boşa değil bu küsmeye karşı güzelleme… Yine aynı kaygıdan. Öteden beri tutturduğum toplumsal barış türküsünün güftesine dâhil. Vallahi…
Bana kalırsa bir toplumu oluşturan kişiler kendi başlarına kalmaktan ve ancak bu esnada elde edilebilen sükûnetin ve içe bakış/içten bakışın getirileri olan gözden geçirme, sorgulama, eleştirme, değişme, dönüşme, yeniden olma/olgunlaşma gibi aşamaları yaşamaktan korkuyorlarsa o toplumda bir barıştan söz etmek mümkün görünmüyor.
Kendisinden, bir parça yalnız kalmaktan korkan, bir başkası olmadan öz varlığına katlanamayan, kendisine yabancılaşmış bir insanın dışarıya yaşanıp aşılmamış korkular, korkutmalar çıkaracağı, içindeki olgunlaştırılmamış sürprizleri aniden meydana düşürmesi doğaldır. Hem kendisini sevmeden nereye çıkmaktadır paldır küldür böyle? Kendisiyle konuşamayanların başkasıyla sağlıklı bir muhabbet tutturması mümkün değildir. İçlerinde yaşamayanların dışlarına düşünüp taşınılmamış, ölçülüp tartılmamış bir yaşamı fevri olarak çıkarmalarından ve dünyayı gelişi güzel, provasız denemeler ve yanılmalar sahnesine çevirmelerinden bıkıp usanmadık mı?
Yoksa bundan bıkmak için daha başka ön çalışmalar mı gerekiyor.