Çam kozalaklarımız
Hikâye hepimizin malumu. Byzas ve kavmi İstanbul’a varırlar. Henüz saray yokken buruna çıkar ve şimdiki Kadıköy'le göz göze gelirler. "Bu insanlar bu kadar güzel bir burun dururken, orayı seçmek için kör...
Hikâye hepimizin malumu. Byzas ve kavmi İstanbul’a varırlar. Henüz saray yokken buruna çıkar ve şimdiki Kadıköy'le göz göze gelirler. "Bu insanlar bu kadar güzel bir burun dururken, orayı seçmek için kör olmalı!" diyecek kadar yadırgarlar. Saraysız burna yerleşip Byzantion şehrini kurduklarında tam karşı kıyıya Khalkedon yani Körler Ülkesi lakabını takarlar.
Fatih'in yerleşme politikasını da hatırlarsak Fatih’in kadısı Celalizade Hıdır Bey tarafından imar edilen Kadıköy'e 19. yüzyılda Levantenlerin yerleştirilmesi ile Kadıköy canlanmış, Müslüman halk ile gayrimüslimler yan yana yaşamış... Oruç tutup, Paskalya kutlamışlar.
Bir Ramazan günü Kadıköy' de bu hatıraları zaman zaman yanıma alarak dolaştım. Körlüğü gördüm. Birbirimize karşı nasıl köreldiğimizi... Kendisi küçük, işlevi büyük o "çam kozalağı"(epifiz) mız düşmüş sanki ağacımızdan. Alemi seyranımız hata veriyor. Seyir tepesinden bakmıyoruz hiç birbirimize...
Şöyle ki; Ramazan bizimle birlikte yolda, vapurda idi... Fakat Kadıköy sınırında niyetlerimize saklanarak müsaade aldı. Sizi burada, dönüş yolunda bekliyorum dedi. Hakikaten bir ibadet, bu semtte, öyle kolay kolay elini kolunu sallaya sallaya yürüyemeyebilirdi. Her zamanki gibi bir eğlence uğultusu ve ara sıra ayyuka çıkan seçim gürültüsü... Görüşüne hiç yakın durmadığım bir seçim şarkısının içine kendime ait güfteleri koyarak ben de eşlik ettim mamafih. Çok da güzel uydu yanımızdan geçenlerin saçı sakalı bir anda ağarsa ve bana ters baksalar da...
Bir kaç eskiciye bakındık. Eskiciye neyin fiyatını sorsak, basit bir obje bile olsa fahiş fiyatı hızla söylüyor ve hemen ardından "ama eski" diye ekliyordu. "Ama eski, ama eski" tekrar ve baskısının şuursuz bir şekilde devam etmesi, bir eskiciye bir arabasına boyun sallamaya devam etmemizi sağladı.
Semtin içinde yer aldığı ülkenin manevi gündemini neredeyse hiç paylaşmıyor oluşu ve ayrı teldenliği hak ve özgürlükler adına sevindirici olsa da, insani birliğin hatırına saygı ve nezaket bakımından illa şaşırtıcı idi. Aslına bakılırsa bir saygı beklentisinden çok, saygısızlığı hissettirmeyecek miktarda bir incelikti arzu edilen. Bu görüşlerimi paylaştığım bir dostumuz "İyi de toplum bu hale niçin ve nasıl geldi diye sorma cesaretini hiç kimse niye duymuyor acaba? Bir de onu sorgulasak..." diye karşılık verdi bu değerlendirmelerimize. Kendisi doğma büyüme İstanbullu olarak konuşuyorum diye söze devam etti: "Bu şehri bu hale getiren taşralı olup, taşra kültürünü dahi alamamış muhafazakar Müslüman oldukları iddiasındaki din bezirganı güruhtur. İnsanlar saygı duyma gereği duymadıkları insanların inançlarına da saygı duymamaya başladılar. Olayın esası maalesef budur."