Göksüz kaldık
Dünyaya zaten yüksekten, hayaline bile erişemediği saf bir huzurdan düşmedi mi insan? Fakat bu aşağı bahçede cennetin bir ön denemesini yaşayabilirdi. Nasıl mı? Göğe tepeden bakmayarak!. Göğün...
Dünyaya zaten yüksekten, hayaline bile erişemediği saf bir huzurdan düşmedi mi insan? Fakat bu aşağı bahçede cennetin bir ön denemesini yaşayabilirdi. Nasıl mı? Göğe tepeden bakmayarak!. Göğün kapılarını kendi üstüne çarpmayarak…
Hangi öğreti vardır, Yaratıcı’dan tamamıyla bağımsız üretip sonuna kadar mutlu olduğu? Hangi “izm” bütün ilkeliliğiyle yaşanmış ve insanlık mesud çağları o ideolojiyle yakalayabilmiştir? Tarih bunu kaç kere örnekleyebilmiştir?
İnsan İlahi Mesaj’a duyularını, pencerelerini, kapılarını nasıl çarpar, yollarını nasıl kapatır? Onun için çıkıp gelmiş ispata hacetsiz deli bir delile, çok akıllı, “cin gibi” onun yollarını gözleyen işaretlere nasıl yumar özlerini? Kendisine seslenen o söze nasıl tepeden bakabilir ki?
Henüz ön yargısızca anlamaya çalışmadan. Durup bir dinlemeden, anlamadan.
Semanın daha üstü olmayan zirvesinden, gök boylarından indirilmiş bir anlama kaşını, başını nasıl kaldırabilir ki?
Gökyüzüne tepeden bakmak fiziksel olarak pek mümkün görünmüyor, yerli bir insan, başı buluttan aşağı duran bir dünyalı için. Fakat küçümsüyor ya ilahi teklifi, insani her teklife açıkken. Göğe üsttenci yaklaşmış oluyor. İlahi anlamı yaşanılası bir yazgı, seçilmeye değer bir olarak seçmiyor, yaşamıyor.