Tüketim çılgınlığı ve gösteriş sendromu!
İnsan “insan olmayı” unutursa, sûretlere, biçimlere, mekânlara ram olur. Bedenini de ruhunu da “şeylere” teslim eder; daha açık ifadeyle giydiği elbisenin, bulunmak istediği mekânın...
İnsan “insan olmayı” unutursa, sûretlere, biçimlere, mekânlara ram olur. Bedenini de ruhunu da “şeylere” teslim eder; daha açık ifadeyle giydiği elbisenin, bulunmak istediği mekânın, kullandığı eşyanın değeriyle (!) kendisine değer biçer. Dindarlığı cübbede, örtüde, sakalda, yapılan ibadetlerin sayısında; seçkinliği ise markada, takıda, ihtişamda, pahalı mekanlarda, lüks tüketimde arar. Bilginin, asaletin ve görgünün ortaya koyduğu rafine zevklerin yerini özenti, taklit, çokluk, büyüklük, şaşaa, debdebe alır.
Statünüzü yükseltiyoruz hissini veren markalar, reklamlar, yönlendirmeler “Neye ihtiyacım var, gerçekten ihtiyacım var mı ya da böyle bir tercihi neden yapıyorum” sorusunu ortadan kaldırmıştır. İsrafın adı “Kendini şımart” olmuş, böylece narsist (benmerkezci), mutlu olamayan, tatminsiz kişilerin sayısı her geçen gün artmıştır.
Savurganlık o raddededir ki, toplumlar, sosyolog Jean Baudrillard’ın ifadesiyle “çöp sepeti uygarlığıdır.” Öyle ki, her alışveriş bir sonrakini tetikler ve “Onun yanında bu olur, bunu şu tamamlar”...