İslam korkusunun kökeninde yatan üç tarih: 1453-1478-1492
Neyi hatırlatır size 1453? İstanbul’un fethini elbette. Ve Avrupa’da akıllara ziyan bir korku fıertınasının esmeye başlamasını. Din adamları, hükümdarlar, yerel yöneticiler arasında...
Neyi hatırlatır size 1453? İstanbul’un fethini elbette. Ve Avrupa’da akıllara ziyan bir korku fıertınasının esmeye başlamasını. Din adamları, hükümdarlar, yerel yöneticiler arasında uçuşan felaket haberleri korkunun hepten büyümesine yol açmıştı. Konstantinopolis’den kaçanlar dividi kağıda vuruyor, bu “felaket” haberini iyice abartarak daha da uzaklara yayıyordu. Bütün Hıristiyan dünyası ruhsal bunalımdaydı. Ruteno Kardinali Isidora şehirden kaçabilmesini “balinanın karnından kurtulan Yunus gibi Tanrı da beni dinsizlerin ve gaddar kafirlerin elinden kurtardı”, gibisinden ipe sapa gelmez mektuplar yağdırıyordu hemen herkese. Ve sürdürüyordu: “ Hatta Tanrı bile yüz çevirdi. Bu kente bir zamanlar dinsizler ve gaddar kafirler tarafından Konstantinopolis denilirken şimdi berbat kaderin bir cilvesi sonucu Türkopolis deniliyor ve ben bunun anısına nehirler dolusu gözyaşı akıtıyorum!”
Konstantinopolis fethedilmişti. Bundan sonraki durak neresiydi? Avrupa’nın en büyük korkusu olan Roma’yı yitirme olasılığı hiç de uzak değildi. Fatih’in Batı Roma İmparatorluğu’nun başkentinde de gözü olduğunu bütün Hıristiyan dünyası biliyordu. Bunu büyük torunu Kanuni Sultan Süleyman, bir sonraki yüz yılda kendine hedef seçecek ama çok sık dile getirmeyecekti. Fransız sarayına gelen Venedik elçisine Francois I “Süleyman hep ‘Roma da Roma’ diyor elçi efendi!” diye kaygısını dile getirecekti.