İsrail AB’ye ve diasporasına güveniyor, ya Akşener?
Cumhuriyet yazarı Bedri Baykam bu hafta 'İsrail AB’ye ve diasporasına güveniyor, ya Akşener?' başlıklı yazısını kaleme aldı.
Siyaset sürekli bir çıkar ve yükseliş arayışında, kimi zaman kısa vadede poker, bazen uzun vadede satranç hamleleriyle ilerleyen, nev-i şahsına münhasır bir güç savaşıdır.
Başlıkta gündeme getirdiğim konuların ilki, dünyanın gördüğü ağır bir savaş dramı, diğeri ise çok daha sade bir alanda, Türkiye’de bir “sözde” muhalefet partisinin yerel seçimler öncesi yaşadığı rota değişimi…
Dünyada yapılan değerlendirmelerin yüzde yetmişinde, 7 Ekim günü uğradığı saldırıda İsrail mağdur taraftı ve ardından Hamas’a karşı yaptığı tepki saldırılarında “haklı” görülüyordu. Fakat günler geçtikçe işin rengi hızla değişmeye başladı. Netanyahu, ülkesindeki sıkışmışlığından bu vesileyle kurtulmak istercesine, Gazze’ye yönelttiği saldırıların dozunu arttırdıkça arttırdı. Önce bazı sivil hedeflere ve hastanelere yönelik saldırılar, yanlış iddia veya sehven vurulmuş hedefler olarak görüldü. Fakat demeçler verildikçe, günler geçtikçe, sivil hedefler her gün vurulmaya devam edince, dünya akıl almaz bir 21. yüzyıl vahşeti ile karşı karşıya kaldığını gözlerine inanamayarak görmeye başladı. Başlangıçta işin “mağduru” İsrail, sanki özellikle uğraşarak, kendi “devlet saygınlığını” ve imajını yok etmek istercesine, artık ısrarlı olarak sivillere saldıran ve kadın-çocuk demeden onları yok eden bir terminatör olarak anılmak için elinden geleni yapıyordu!
Dünyanın her yerinde Musevi yakın arkadaşlarım var. İstanbul’da, Fransa’da, Avrupa’da, Amerika’da… Onların bir kısmı, dünya medyasında İsrail’in sivillere yönelik yaptığı saldırılara karşı gösterilen tepkileri nedense anlayamıyorlar. Bunu, İsrail’in varlığına yönelik ağır bir saldırı olarak görüyorlar. İnsanların artık savaştan ve katliamlardan bıkmış olduğunu ve hiçbir gerekçeyle bu hamleleri mazur göremeyeceklerini algılayamıyorlar. 20.000’i aşkın kadın ve çocuk öldürülmesine rağmen, Birleşmiş Milletler’in şu ya da bu metinle bir ateşkes sağlayamaması ve her gün yeni insanların ölmesi, bu kesimin pek üzerine kafa yordukları bir durum değil.
Halbuki savaşa, sivil katliamlara, yaralı çocuklara ve cesetlere tamamen karşı olan insanların, illa Hamas’ı destekleyen veya İsrail’in yok olmasını isteyen insanlar olmadıkları her makul insanın açıkça görebileceği bir durum.
Bence, İsrail uzun vadede kendi çıkarlarını sabote ediyor ve uluslararası diplomatik alanda yalnızlığa doğru koşuyor. Ama ne yazık ki dünyaya yalnız tepeden ve önyargıyla bakan ve kendi düşüncelerinden başka bir şey göremeyen kimi İsrailler ve Museviler bu gerçeği kabul edeceklerine, “Binlerce çocuğun ve kadının öldürüldüğünü kim gördü? Bütün bunlar gayet rahat abartılmış palavralar da olabilir” diyerek adeta barışı değil, savaşı destekliyorlar. Sadece kadın ve çocuk da değil, cinsiyet veya yaş fark etmeksizin insanlar, hayvanlar, doğa, kültür yok oluyor. Halbuki demokratik dünyada hiç kimse İsrail’in kendisine saldıran Orta Doğu’nun malum terör örgütleri ile savaşmasını yadırgamıyor, tersine destekliyor. Ama sivillere yönelik, “resmi bir devletin” bir organize saldırısını mazur görmek bambaşka bir “uçuş” seviyesi! Savaşlara bahaneler uydurarak desteklemenin kabul edilemeyeceğini ise, Atatürkçüler çok iyi biliyorlar. “Yurtta sulh cihanda sulh”, bu yüzden evrensel ve sonsuza dek değişmeyecek bir slogan.