Harbiyeli
Çiçek, bir Ankara akşamında o Harbiyeli ile tanışmıştı…İzin günlerinde Sakarya Caddesi'nde bir çay bahçesinde buluşuyorlardı… Harbiyeli, görkemli üniformasının...
Çiçek, bir Ankara akşamında o Harbiyeli ile tanışmıştı…
İzin günlerinde Sakarya Caddesi'nde bir çay bahçesinde buluşuyorlardı… Harbiyeli, görkemli üniformasının içinde mağrur, Çiçek her Ankara kızı gibi biraz utangaç, ama çok güzeldi…
Hayaller kurmaya başladılar…
Zengin olmayan, ama duygu zengini hayaller…
Doğu hizmetleri, nöbet dönüşleri, sobanın üzerinde kestaneler…
Harbiyelilerin hayalleri böyledir; içinde üstü açık arabalar, büyük perdeler, pembe panjurlu evler yoktur…
*
Yakında mezun olacaktı Harbiyeli…
O gece darbe oldu…
Herkesin kaçıştığı gece, Çiçek haber alır mıyım diye bombaların atıldığı yerlere koştu… Telefonlar kapalıydı…
Ertesi günler hep buluştukları çayhaneye gidip bekledi…
Kimse gelmedi…
Harp okulları kapatıldıktan sonra, onun İstanbul'a gittiğini, dayısının marketinde çırak olarak çalıştığını öğrendi…
Yollara düştü, o sabah erkenden gidip küçük bir marketin karşı kaldırımında bekledi… Market açıldı, Harbiyeli'yi boş sandıkları dışarı taşırken gördü…
Sakalı uzamış, omuzları çökmüş, zayıflamış, iki kat yaşlanmıştı sanki…
Koşup “Ben geldim” dedi…
Öyle birbirlerine uzun uzun baktılar, boş sandıkların üzerine oturdular…
Bir süre kimse konuşmadı…
Harbiyeli “Tüm inançlarımı yitirdim, bu dünyaya hiçbir şey bırakmak istemiyorum, hayallerimizdeki çocuklar doğup büyümesinler, sen git” dedi…
Ayrılırken ikisi de ağlıyordu…