ABD’nin ‘Suudi despotizmi’nde kırılma noktası
Cemal Kaşıkçı ile ilgili sır perdesi nihayet aralandı. Riyad'ın 18 gün sonra sessizliğini bozup "Kaşıkçı konsolosluktaki arbedede öldü" açıklamasından sonra bütün gözler ABD'ye...
Cemal Kaşıkçı ile ilgili sır perdesi nihayet aralandı. Riyad'ın 18 gün sonra sessizliğini bozup "Kaşıkçı konsolosluktaki arbedede öldü" açıklamasından sonra bütün gözler ABD'ye çevrildi.
Böyle bir itirafı bekleyen ABD Başkanı Donald Trump'ın ilk tepkisi ise yine bezirgancaydı.
Suudilerin iyice köşeye sıkıştığı skandaldan rant devşirme peşindeki Trump, silah satışı anlaşmalarını koruyup Arabistan'a 'başka tür bir yaptırım' uygulayacaklarını duyurdu.
Dolayısıyla 2 Ekim'de meydana gelen Kaşıkçı krizi daha şimdiden ABD-Suudi ilişkilerinde bir dönüm noktası olarak niteleniyor.
Bundan sonra Washington'dan Riyad'a giden 'Voie Royale/Kral Yolu' eskisi gibi güllerle döşeli olmayacak ve dikenlerin sayısı giderek artacak.
Zira Kaşıkçı cinayetiyle başlayan süreçte ABD ve İsrail'in Veliat Prens Muhammed bin Selman üzerinden devreye soktuğu bütün kaotik projeleri zoraki bir revizyon bekliyor.
ABD, yalnız CIA'nın örtülü operasyonlarının parasını değil artık Suriye, Irak, Afganistan, Libya ve Yemen'deki savaşların maliyetinin de Suudiler tarafından karşılanmasını istiyor.
Trump yönetimi öncelikle de Aramco'nun 2 trilyon dolarına göz koymuş durumda. Bu anlamda Kaşıkçı skandalını tarihi bir ranta dönüştürmeye çalışan bir ABD var karşımızda.
Görünen o ki Riyad, çok sağlam garantiler almadan İsrail ve ABD ile eskisi gibi kölelik düzeyindeki ilişkilere mesafeli. İran ile anlaşan Obama'dan ağzı yanan Suudiler yoğurdu artık üfleyerek yiyor.
Dış politikada ve askeri teknolojide tamamen ABD'ye dayalı stratejiyi terk eden Suudiler, Çin ile 130 milyar dolarlık silah ve drone fabrikası anlaşması yaptı. Rusya ile de S-400 füzelerinin alımı gibi ezber bozan adımlar attılar.
"Riyad'ın Avrasya seçeneği" denilen yeni açılım politikası haliyle ABD'yi çok kızdırıyor.
Bu anlamda Kaşıkçı cinayetini, ABD ve Suudiler arasındaki anlaşmazlığın dışavurumu olarak okumak lazım. Yoksa infazdan haberi olan CIA, Suudilerin böyle sefil bir kumpasa düşmesini engellerdi. Oysa Trump, Suudilerin daha çok köşeye sıkışmasını bekledi.
Ancak ABD 73 yıldır devam ettirdiği 'Suudi despotizmi stratejisi'ni olay kolay terk etmeyecektir.
Trump'ın Kral Selman'ı "Seni korumazsak o tahtta iki hafta kalamazsın" diyerek tüm dünyanın gözü önünde boşuna aşağılamadı. Trump şimdi de Kaşıkçı bahanesiyle yaptırım silahını çekiyor.
Burada Rusya ve Çin'in Kaşıkçı krizinde Suudileri jeo-politik anlamda kayıran tavrını iyi kavramalıyız.
Çünkü mesele, Suudi bir gazetecinin öldürülmesinden veya Veliaht Prens'in imajını yerle bir etme operasyonundan daha derin bir mahiyete sahip.
İşte bütün bu tezgâhları gören Türkiye, izlediği 'oyun kurucu' stratejisiyle ABD'nin Suudi despotizmine dayalı siyasetine ağır bir darbe indirdi. Bu yolla hem Riyad'a hem de ABD ve İsrail'e karşı elimizi daha da güçlendirdik.