Zayıf olma lüksümüz yok
2018'in neler getireceğini kestirmek için falcı, astrolog veya müneccim olmaya gerek yok. Jeo-politik ilkelerden dünyanın gidişatına bakanlar için aslında her şey o kadar da muğlak değil. Bu çerçevede ilk dikkat...
2018'in neler getireceğini kestirmek için falcı, astrolog veya müneccim olmaya gerek yok. Jeo-politik ilkelerden dünyanın gidişatına bakanlar için aslında her şey o kadar da muğlak değil.
Bu çerçevede ilk dikkat çeken unsur sistemin merkez ülkesi ABD'nin artık çıplak oluşudur.
Zira 'dünyanın jandarması' kendi iç sorunlarıyla bile başa çıkamıyor. Atlantik'in lokomotifi ABD çözüldükçe Batı'nın domine ettiği despotik istikrara dayalı evrenselleşme yerine farklı aktörler arasındaki koordinasyondan beslenen, çoğul ve daha demokratik bir küreselleşme süreci giderek güç kazanıyor.
Daha önce sık sık dile getirdiğimiz gibi Pax veya Imperium Americana ile nitelenen Atlantik dönemi kapanırken çok merkezli Trans-Pasifik ve Asya çağı başlıyor.
Türkiye'nin öncülük yaptığı İstanbul'daki Kudüs deklarasyonu ve ardından BM'de alınan Kudüs kararı, ABD tekelindeki despot küreselleşmeye bu anlamda tarihi bir darbe indirdi.
Yeni Türkiye, Atlantik'in Rusya ve Çin'e karşı geliştirdiği stratejilerin Ortadoğu, Balkanlar, Orta Asya, Kafkaslar ve Afrika'daki payandası olmak yerine artık 'küresel iç politika' diyebileceğimiz bir anlayışla ulusal, kültürel, tarihi ve sosyo-ekonomik çıkarlarını gözeten bir aktör olarak hareket ediyor/edecek.
Nitekim bin kilometre öteden gelip Türkiye'nin hinterlandında güç gösterisine kalkanlar bize her istediklerini dikte edemeyeceklerini kısa sürede gördü.
Şunu hemen belirtelim ki, ABD yönetimi Rusya ve Çin'e karşı ekonomik, siyasi ve askeri bariyerlerle örülmüş kuşatma projesinin bir benzerini de Türkiye'ye karşı devreye sokmuş durumda.
ABD'nin ülkemize yönelik izlediği son beş yıllık politikasını, Türkiye'nin tarihsel gücüne yeniden kavuşmasını engellemeye çalışan önleyici saldırılar olarak görmek mümkün.
Washington, içeride ve hinterlandında iyice sıkışmış bir Türkiye'nin kendisine ciddi bir stratejik rakip olamayacağını düşünerek hareket etti hep.
Eğer Türkiye vesayet altında tutulabilseydi o zaman 21'inci yüzyılın başat projesinde ABD'nin 'taşeronu' olarak 'hizmet'e devam edecektik.
Böylece Çin ve Rusya'nın frenlenmesi ile bölge ülkelerinin İsrail'in çıkarlarına göre dizayn edilmesinde Türkiye geçen yüzyıldaki gibi Atlantik'in yine 'truva atı' olacak ve İslam dünyasına sefer düzenleyen ABD'nin canı istediğinde gelip geçtiği 'köprü ülke' konumunu sürdürecekti.
Şu an bize diş geçirmese de genel anlamda ABD'nin Türkiye'yi teslim alma veya en azından Rusya ve Çin'le ilişkilerimizi bozma hedefinden sapmayacağını unutmamak lazım.
Şurası açık ki önümüzdeki süreçte ABD, bölgemize ve bize dair yine kötü ile çok kötü arasında bir seçim yapacak. Bu anlamda hep tetikte olmak zorundayız.
Kan kaybeden ABD yönetimi, küresel liderlik fikrinden vazgeçebilir ama bizim bu bölgede ve bu konjonktürde zayıf olma gibi bir lüksümüz hiç yok.