TOKİ’nin yeni vizyonu
Çocukluğumun büyük bir kısmı ve ilk gençliğim Sivas’ta, tek katlı, önünde ve arkasında bahçesi bulunan, çok eski, fakat sevimli bir ahşap evde geçti. Ön bahçemizin, daha doğrusu...
Çocukluğumun büyük bir kısmı ve ilk gençliğim Sivas’ta, tek katlı, önünde ve arkasında bahçesi bulunan, çok eski, fakat sevimli bir ahşap evde geçti. Ön bahçemizin, daha doğrusu avlumuzun üstü bir asmayla neredeyse tamamen kapatılmıştı. Rahmetli annem, babamın alçak çitlerle çevirdiği bölümde gül ve hatmi gibi çiçekler, soğan, maydanoz, dereotu; birkaç meyve ağacıyla duvar diplerinde kavakların yükseldiği arka bahçemizde ise sırık fasulyesi, domates, salatalık ve kabak gibi sebzeler yetiştirirdi. Avlu, kış ayları hariç, annemin aslî mekânıydı; bütün zamanını burada geçirir, yemeklerimizi bile bir köşedeki sabit maltızda (Sivas Türkçesinde mantis) pişirirdi. Annem ve babam, ömürlerinin sonuna kadar bu evde yaşadılar ve sıcak, kaloriferli bir apartman dairesine geçme fikrine asla ve yaşamadılar. Ne var ki biz çocuklar, bazı komşularımızın yaptırdıkları avlusuz, bahçesiz, genellikle çirkin bir sarıya boyanmış betonarme binalardaki dairelerine imrenir, oralarda yaşayan çocuklar karşısında aşağılık duygusuna kapılırdık. Annem ve babamın ne kadar haklı olduklarını, insanın sokakla, yeşille, hayatla âdeta irtibatını koparan daracık apartman dairelerine yaşamak zorunda kalınca anladık. Zavallı annem sonraki yıllarda zaman zaman yanımıza gelince boğulacak gibi olur, üç günden fazla tahammül edemezdi. Üzülürdüm, çünkü eski ahşap evlerimizde banyo, tuvalet, mutfak ve tabii ısıtma problemleri vardı. *** Zamanla bütün şehirlerimizde bütün eski evler yerlerini dörder beşer katlı (her evlada bir daire) betonarme binalara terk etti.