Aydın abi Münevver abla!
İster münevver deyin, ister aydın deyin… Aynı şey ama şu sıralarda maalesef rastlamak mümkün değil kolay kolay… Münevver, yani aydın kimse, bir istikamet üzre düşünen, hareket eden, tavır alan...
İster münevver deyin, ister aydın deyin… Aynı şey ama şu sıralarda maalesef rastlamak mümkün değil kolay kolay… Münevver, yani aydın kimse, bir istikamet üzre düşünen, hareket eden, tavır alan kimsedir neticede. Münevver, yani aydın kimse, hakikatin peşinden giden, onu arayıp bulmaya çalışan, bulunca bırakmayan, her şartta ve durumda hakikat ve hakkı yüceltmekle mükelleftir aynı zamanda.
Bilgili, kültürlü olmak, çok fazla sayıda kitap okumak, felsefeye, düşünceye kafa patlatmakla münevver olunabilir mi? Elbette ki bu sayılanlar bir yolun kilometre taşlarıdır. Ancak münevver, yani aydın olmak için “şunları okuyun, bunları yapın”dan çok daha fazlası gerekiyor.
Sadece kütüphaneler dolusu kitap okuyarak aydın olunablir mi? Bilmek, öğrenmek kadar bilmeye ve öğrenmeye her daim aç olmak, aramak, her daim sorgulamak, sorular sormak ama sürekli de hakkın ve hakikatin yanında yer almak gerekmiyor mu? Her önüne konana inanana, gördüğü yanlışa samimi olarak itiraz etmeyene, hakikati kendi menfaati uğruna eğip bükene ve en önemlisi de bir başkası önünde eğilene aydın nasıl diyeceksiniz?
Aydın dediğimiz bir bakıma bir tavırdır, bir duruşun adıdır. Çok fazla malumat sahibi olmak bundan dolayı münevver, yani aydın olmaya yetmez. Ciltler dolusu bilgiye sahip olup da zerre haktan yana tavır gösteremeyen kimseden aydın olabilir mi?
İnsanları etkilemek adına ciltler dolusu kitaplardan, hamallığını yaptığı malumatlardan seçkiler sunmak, adeta bunun “havasını atmak”, bunun “cakasını satmak”, bunun “ekmeğini yemek” bugünün “aydın görünümlü popüler zevatının özetidir. Kerameti kendinden menkul fikirlerini, algı ve bilgi düzeyi yerlerde olan kitlelere çok mühim hakikatler gibi “kakalamayı” bir münevver seçkinliği sosuna bulayınca bir anda “üstad” olduğunu zanneden zevat önümüzde durmaktadır.
Halbuki, aydın tavrının zerresi görülmeyen, aydın duruşunun gölgesi bile üzerlerine vurmayan bu popüler ve yüzeysel ilgi delisi zevat, hiçbir ciddi meselede hiçbir anlamlı tepki veremezler. Kendilerini suret-i haktan gösterip, haktan ve hakikatten yana en ufak bir eylem ve söylemde bulunmazlar, bulunamazlar.
Neden? Çünkü birtakım yerlere göredir hakikatleri ve haktan yana gözüken ama riyakar olan şövalyelikleri… Doğruluk tartıları, hakikat pusulaları birtakım menfaatlere, birtakım odaklara göre ayarlı olduğundan bozuktur en başta. Hakikati orasını burasını yontarak söyleyince hakikatten eser mi kalır? Doğruyu, her şartta ve durumda söyleyemeyince kıymeti olabilir mi?