Ne zaman ders alacağız?

Ve sonunda Yarıkış mevsimi geldi. Bunu anlamanın iki yöntemi var. İlki, meteoroloji mühendislerinin ana haber bültenlerinde sıkça yer alması. Diğeri ekrana yansıyan felaket haberleri. Yıllardır aynı...

Ve sonunda Yarıkış mevsimi geldi. Bunu anlamanın iki yöntemi var. İlki, meteoroloji mühendislerinin ana haber bültenlerinde sıkça yer alması. Diğeri ekrana yansıyan felaket haberleri. Yıllardır aynı görüntüleri izlemekten bir türlü ders alınmadığı ortada. Karadeniz'deki derelerin HES'lere dönüştürme çabasının meydana getirdiği olumsuzluklar gözler önünde. Buna bir de yalapşap yapılan sahil yolunu eklerseniz, sebep-sonuç ilişkisini yakalarsınız. Diğer yerler de farksız konumda.Yaşar Usluer'in deneme-yanılmadan yola çıkıp kaleme aldıklarını paylaşmak istiyorum. En başta yöneticiler olmak üzere herkes bu satırları iyi okusun. Hatta çerçeveletip görme mesafelerine assın:"İzmir'de belediye yağmur sularının birikmemesi için yol kenarlarına önce 10 santim derinliğinde oval ve dikey oluklu taşlar döşedi. 'Yapmayın bunlar bir işe yaramaz' diye yazdım. Alt yapısı olmadığı için faydası olmadı. Onca masraf boşa gitti. Sonra bunları kaldırıp yol boyunca 50-70 cm. derinliğinde, 40 cm. genişliğinde betonlar döküp, üzerine aralıkla ızgaralar yaptılar. 'Alt yapı derin ve denize aktarımı olmadığı için bunlar da çözüm değildir. Yarın kaynak yerlerinden kırılır. Gürültü yapar. Üstü açık yerlerinden çer/çöp dolar, su birikir koku yapar' diye yazdım. Nitekim hepsi kırıldı, araçlara zarar verdi. Dediğim gibi hem gürültü hem koku yaptı. Bu masraf da boşa gitti. Şimdi bunları da söküp 70-100 cm. derinliğinde 50 cm. genişliğinde betonlayıp delikli döküm ızgaralar yaptılar. Bunlar sağlam, kırılmıyor ama en az 1-1.5 metre çapında borularla denize aktarımı olmadığı sürece yine yollar denize dönecek, giriş katlarını su basacak. 1995'teki sel felaketinde İzmir'de toplam 65 kişi can vermişti. Denize sıfır olan İstanbul, İzmir, Antalya, Mersin gibi şehirlerde yolların göle dönüşmesi, can ve mal kaybı olması sadece deneme/yanılma yöntemiyle alt yapıdan kaynaklanmaktadır."Öyle bir toplum haline geldik ki, kesin çözüm yerine geçici tedbirlere baş vurmaya devam ediyoruz. Böylece boyumuza kadar suya gömülmeye rıza gösteriyoruz. Galiba Voltaire'in şu sözünü ezberlemenin zamanı geldi; Pek az insan başkalarının deneyimlerinden yararlanmayı bilecek kadar akıllıdır."***Zam değil soygunN. Öztürk "Etiketler füze gibi" başlıklı yazımı destekleyen uzun bir gözlem/inceleme yolladı. Trakya, Marmara ve Ege illerinden başlayıp Kastamonu'ya kadar uzanan süt üreticilerinin durumunu ortaya koyuyor.Ocak'ta sütün litre fiyatının 1.00, Haziran'da 1.02 ve Ekim itibariyle 1.04 TL olduğunu belirtiyor. Ham madde, nakliye, işçilik ve diğer giderler eklendiğinde toplam artışın yüzde 10'u geçmediği ortada. Peki "Maliyet yükseldi" deyip, "yüzde 40'lık zammı" nasıl izah edeceksiniz?Bu konuda çok taze bir örnek vereceğim Kebir mükemmel bir Karadeniz tereyağı. Tuzlusu, tuzsuzu pek çok çeşidi mevcut. Trabzon-Tonya yolu üzerindeki kuruluşun baş müşterisi benim. Daha bir ay önce, yakınımdaki mütevazı markette kiloluk paketi 26 liradan, yine caddemdeki Migros'ta 31.50'den satılıyordu. Şimdi sıkı durun, ne oldu? O küçük markette 35, Migros'ta 41.90 TL.Bahse girerim, marketlere teslim fiyatı en fazla 25 liradır. Anlaşılan küçüğü büyüğü tüm satış yerlerinde denetim şart. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'na görevinin sadece kasaplık olmadığını birilerinin hatırlatması gerekiyor. Aralarında 30 metre mesafe olan iki satış noktasındaki fark 6.90 TL ise devlet, görevini yapmıyor demektir.Köyler boşalıyorN. Öztürk'ün olaya bir de sosyolojik yaklaşımı var ki o daha ilginç:"Meseleye biraz geniş açıdan bakarsak, birçok aksaklığın yanında şimdiye kadar pek dile getirilmeyen bir sorun daha var. Bu sosyal boyut. Biraz açayım. Bölgeleri geziyorum ve iyi gözlemci sayılırım. Her yörede şu anda gençlerin köyden kente hızlı ve zorunlu göçü sürmekte. Bir gencin köyde evlenme şansı artık yok. Hızla kentlere gidiyorlar ve buralar anne-babalara kalıyor. Onlar da hayatlarının kalan kısmını köyde çalışmakla geçiriyorlar. Yaptıkları, asgari ücretli çocuklarını finanse etmek. Onlara ev ve araba alıyorlar. Hafta sonları köye gelen yeni kentliler bagajları doldurup dönüyor. Toplum olarak nasıl bu hale geldik? Bu ekonomistlerin, sosyologların ve siyasetçilerin konusu. Ama memleket gerçeği bu."

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
İzin 20 Kasım 2020 | 201 Okunma Bağırmayın!.. 19 Kasım 2020 | 354 Okunma Harekatlar 18 Kasım 2020 | 283 Okunma Ayak topu "bizim dünyamız" 17 Kasım 2020 | 143 Okunma Söylemler/çelişkiler 16 Kasım 2020 | 180 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar