Birinci Dünya Savaşı'nın bitişinin 100. yılı pazar günü Paris'te törenlerle anıldı. 80'i aşkın liderin katıldığı törenlerde semboller ve liderlerin tavırları konuştu. Macron-Merkel arasındaki uyum, Putin'in geç kalması, Trump'ın herkese somurturken Putin'in gelişini en sıcak karşılayan kişi olması gibi konular ilgi çekti. Ancak asıl mesele, sembollerin kapışması değildi. Saldırgan milliyetçiliklerin çıkardığı ve 40 milyonun ölümüyle sonuçlanan dünya savaşının bitişinin yüzüncü yılında bugünkü dünya liderlerinin nerede durduğuydu. Konuşmaların olmadığı törenlerin hemen öncesinde Macron, Trump, Putin ve Erdoğan, dünyanın gidişatına dair farklı pozisyonlar seslendirdiler. Macron ve Putin mülakatlarla, Trump tweet'lerle, Erdoğan ise La Figaro'daki makalesiyle gündem oluşturdu.
***
Ev sahibi Macron'dan başlayalım. Fransız sistemini dönüştürmekte zorlanan Macron, çok sayıda dış politika zirvesi, forumu toplamayı seviyor. Böylece dış politika aktivizmini iç siyasetin zorluklarını kapatmada kullanıyor. Bu açıdan yüzüncü yıl kutlaması, başarılı bir kamu diplomasi örneğiydi. Ancak Merkel'in "
bırakıyor olması" Macron'un siyasi yükünü artırıyor. Avrupa Birliği'nin "
değerlerini ve geleceğini" taşıyabilecek tek lider olarak öne çıkıyor. Bu yüzden Macron, dünyayı "
yükselen milliyetçiliğin tehlikelerine" karşı uyarmaktan geri kalmadı. "
Vatanseverlik, milliyetçiliğin tam tersidir. Milliyetçilik vatanseverliğe ihanettir" cümleleriyle Trump ABD'sinin temsil ettiği pozisyonun karşısında konumlandı. Uzun zamandır Trump ile yakın olduğu söylenen Macron böylece kendini ayrıştırdı. Merkel'in üstlendiği "
Batı İttifakının değerlerini savunma" rolünü devralma emareleri gösterdi. Çok taraflılığa, liberal değerlere ve kurumlara vurgu yaptı. "
Önce Amerika" sloganının estirdiği milliyetçilik rüzgârına karşı çıkmakla kalmadı. Törenlerden hemen önce "
ABD dahil küresel güçlerden gelen tehditlere karşı Avrupa ordusu kurma" fikrini seslendirmeyi de tercih etti. Almanya'da merkez partilerin aşırı sağ ve sol lehine olacak şekilde erimeye başlaması Macron'un "
Avrupa misyonunun" hayli zorlu olacağını gösteriyor. Fransa-Almanya arasındaki sıkı dayanışma olmadan "
önce İtalya" ya da "
önce Macaristan" sloganlarını etkisizleştirmek mümkün değil.
***
Batı ülkelerindeki milliyetçi dalganın başlatıcısı olarak görülen Trump ise Avrupa ordusu fikrini "
rencide edici" buldu. İstediği ABD'nin Avrupa'daki askeri varlığının azalması değil, söz konusu varlığın masrafının Avrupalılar tarafından ödenmesi. Macron ve Merkel ise kendi savunma ve güvenlik mimarisini kurmayı konuşuyor. Ve ABD'nin Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması'ndan çekilmesinin Avrupa'yı Rusya karşısında daha da zayıflatacağını biliyorlar. Bu nedenle Trump'ın "
adil yük paylaşımı" olduğu sürece "
NATO gibi küresel askeri ittifaklarda yer almaya istekli olduğunu" söylemesi teskin edici olmuyor. Trump dünyayı bencil milliyetçilikler çağına sürükleyen lider olarak kodlanıyor.
***
Putin ise klasik yaklaşımını takip etmeye devam ediyor. Batı ittifakı içindeki çatlağın büyümesini izliyor. Zaten Obama'dan sonra şimdi Trump da Rusya'nın stratejik çıkarları için uygun fırsatlar üretiyor. Putin'in Macron'un "
Avrupa ordusu kurulması" fikrine destek vermesi de boşuna değildi. Hatırlayalım, Macron da bir süredir Rusya ve Türkiye ile stratejik ortaklık kurmaktan bahsediyor. ABD ile yollar ayrılırken Avrupa'nın ayakta kalması için söz konusu ortaklık vazgeçilmez.
***
İdlib Ateşkesi, Dörtlü Zirve ve Kaşıkçı cinayetindeki politikası ile etkisini artıran Erdoğan ise Le Figaro'daki makalesinde dünya kamuoyuna önemli mesajlar verdi. "
Barışın" kalıcı olabilmesinin temel şartının "
sömürgeci güçlerin" I. Dünya Savaşı sonrası "
düzen kurma noktasında yaptığı hatayı" tekrarlamamak olduğunu belirtti. Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki "
yeni Sykes- Picot" arayışlarına son verilmesini ve Türkiye'nin terörle mücadelesine destek verilmesini istedi. Erdoğan'ın Paris'teki uyarısı Türkiye'nin de içinde olduğu "
Avrupa milletlerinin geleceğini" yakından ilgilendiriyor.