Radikalleşmenin sorumluluğu kimde?
DAİŞ'in Ankara'dan Paris'e uzanan saldırılarında gündelik hayatı "İslam" adına bombalaması "Müslümanlar ve terör" ilişkisini yeniden tartışmaya açtı. Özcü suçlamalar ve savunmacı...
DAİŞ'in Ankara'dan Paris'e uzanan saldırılarında gündelik hayatı "İslam" adına bombalaması "Müslümanlar ve terör" ilişkisini yeniden tartışmaya açtı.
Özcü suçlamalar ve savunmacı açıklamalar birbiriyle yarışıyor. Konu dönüp dolaşıp sonu çıkmaz olan bir soruya odaklanıyor: Bu örgütün yaptıklarının İslam ile bir ilişkisi var mı yok mu?
Savunmada kalanlara göre barış ve esenlik anlamına gelen İslam'ın şiddeti tasvip etmesi söz konusu olamaz. O halde savaşta bile sivillerin hukukunu en fazla gözeten bir dinin müntesipleri sivil katliamı yapmaz; yapamaz.
Özcü suçlamalara göre ise en azından İslam'ın cihat prensibi radikal- köktenci okumalara çok açık. İşte bu yüzden şiddeti benimseyen el-Kaide de DAİŞ de "Müslümanların arasından" çıkıyor. Bütün bu çatışan yorumlar her yeni şiddet olayında sıkıcı bir tekrara dönüştü. 11 Eylül saldırısından sonra bitmeyen bir hikâye formuna büründü... Terör eylemleri ve sonrasında aynı sorular, benzer suçlamalar ve tanıdık savunmalar... Derinleşen önyargılar, artan İslam karşıtlığı ve "Müslümanlar" arasında güçlenen radikalleşme. Ve ezber sonuç belli: hiç bayatlamayan "medeniyetler savaşı" söylemi yeniden sahnede. Sanki şiddetin en büyük mağdurları bizzat "Müslümanlar" değilmiş gibi.
Bu fasit daireden bir türlü çıkılamaması da şiddet ve radikalleşme ile kapsamlı bir mücadele yapılmasını engelliyor. Daha sıkı güvenlik tedbirlerinden öteye gidilemiyor. Ne yapılması lazım?