Erdoğan’a hâlâ eski anayasanın geçerli olduğu söylenemiyor

ANALİZAçıkçası hükümeti de, muhalefeti de, devlet bürokrasisini de anlayamıyorum. Çünkü fiili bir durum yaşanıyor ve hiçbiri bu konuda itiraz etmediği gibi bir tepki de gösteremiyor. “Fiili...

ANALİZ

Açıkçası hükümeti de, muhalefeti de, devlet bürokrasisini de anlayamıyorum. Çünkü fiili bir durum yaşanıyor ve hiçbiri bu konuda itiraz etmediği gibi bir tepki de gösteremiyor. “Fiili durum” tanımın ilk kullanan siyasetçi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli olmuştu. 15 Temmuz’dan sonra AKP safına geçen Bahçeli Tayyip Erdoğan’ın ülkeyi “sorumlu cumhurbaşkanı” gibi tek başına yönettiğini belirterek “Bu fiili durum anayasaya da yasalara aykırıdır. Bu nedenle arzu ediliyorsa anayasa değişikliği yapılarak bu fiili durum giderilir” demiş ve Türkiye’yi “şaibeli” bir referanduma götürmüştü. Sonunda “hayır” çıkmasına rağmen referandumun “evetle sonuçlandığı” açıklanmış ve Türkiye’nin parlamenter sistem yerine tek adam yönetimine geçtiği ilan edilmişti. Ancak yine aynı referandumla başkanlık sistemine 2019 yılında yapılacak ilk seçimden sonra geçileceği de karara bağlanmıştı. Anayasal olarak bugünkü Cumhurbaşkanı görevi bitene kadar “eski anayasa hükümlerine” göre çalışacak. Yani 2019’da seçilecek yeni cumhurbaşkanı ne kadar yetkili olacaksa mevcut cumhurbaşkanının görev ve yetkileri de o kadar sınırlı veya semboliktir. Buna karşın uygulama böyle değil. Eski sisteme göre seçilen cumhurbaşkanı 2019’a kadar sembolik olarak yapacağı görev ve yetkilerini sanki 2019 olmuş, seçim yapılmış ve kazanmış gibi bugünden itibaren kullanıyor. Aslında Devlet Bahçeli’nin itiraz ettiği “fiili durum” koşulları daha da ağırlaşmış olarak sürdürülüyor. İktidar partisi padişahlık gibi bir rejime dünden razı. MHP görevi yapmış olmanın huzuru içinde seçime neredeyse iki yıl kala Erdoğan’nı “şiddetli destekleyeceğini” açıkladı zaten. Muhalefet ise sessizliğini koruyor. Şu sıralar bir adeta bir “savaş seferberliği” yaşıyoruz. Ordumuz Suriye topraklarında ilerliyor. Bütün bu savaşı yetkisi olmayan bir cumhurbaşkanı yönetiyor. “Savaş merkezi” cumhurbaşkanlığı sarayında kurulmuş halde. Burada “ikinci bir genelkurmay” karargâhı var. En önemli kararların alındığı toplantılara “danışman” sıfatıyla özel güvenlik şirketlerinin sahipleri giriyor, Türkiye’nin en hassas ve kritik bilgilerine ortak ediliyor. Anayasa gereği Türkiye’yi yönetmekle yükümlü hükümet neredeyse hiç ortada yok ya da sadece “prosedür gereği” formalite imzalarında kullanılıyor. Cumhurbaşkanına “sembolik” olarak sunulan ve savaş halinde cumhurbaşkanı adına Genelkurmay Başkanı’na geçmesi gereken “başkomutanlık” unvanı mevcut cumhurbaşkanı için sıkça kullanılıyor. Aslında açık bir anayasa suçu işleniyor şu anda. Bazı konular olumsuz gitse, Türkiye’nin başı derde girse bundan kim sorumlu tutulacaktır? Mevcut cumhurbaşkanının sorumlu tutulmayacağı ortadadır. Buna rağmen hükümetin ve devlet bürokrasisinin her şey kuralına uygunmuş gibi davranması akıl alacak gibi değildir. Bir olumsuzluk halinde bugün ülkeyi yöneten tüm anayasal kurumların yetkililerinin suça ortak olmakla suçlanacakları inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Şu anda ağızlarını açma cesareti bulamayan, eski sisteme göre sembolik görevleri olan cumhurbaşkanına bunu hatırlatacak cesareti bulamayanlar bilin ki yarın kendilerini hukukun elinden kurtaracaklarını düşünebilirler ama tarihin acımasız yargılamasından asla kaçamayacaklardır.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Yunan Cumhurbaşkanı’nın Eşek Adası’na gitmesi, kimi tahrik ediyor? 01 Temmuz 2020 | 3.206 Okunma Toplumsal tepki balonu patladı 30 Haziran 2020 | 3.025 Okunma Şimdi AKP de mi “terör örgütü yandaşı” oldu? 29 Haziran 2020 | 6.219 Okunma Yeni bir kumpas ifşaatı 26 Haziran 2020 | 4.163 Okunma Bu nasıl bir oyundur? 25 Haziran 2020 | 3.700 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar