Sevgilisinin kağnı gıcırtısını tanıyan Türk kızları ve Hacıeminoğlu...
"Bu toprakların saklı tohumudur aşk" ...
"Bu toprakların saklı tohumudur aşk" Murat Tuncel------Aşkı tanımlayın deseler, ne dersiniz? Ya da girin internete bakın aşk tanımlarına, bilimseline, bilimsel olmayanına, şaircesine, düşünürcesine, feylesofçasına...Bizce bunların hiçbirisi aşkı gereğince ve yeterince, aşkın ululuğuna layık biçimde tanımlayamamaktadırlar.En doğrusu örneklemek, örnekten tanıma gitmek ve işte aşk budur demek. Burada hemen akla o anlatıla anlatıla yalama olmuş; Arap'tan, Fars'tan geçme abartılı aşk öyküleri (Leyla ve Mecnun gibi) gelecektir birilerinin aklına. Hayır! Hiç oralara kadar gitmeye, durmadan onlardan referans almaya gerek yok, yetti artık, Anadolu'ya, gerçeğe dönmek gerek.1924 ve 1925 yıllarının Samsun'una gidelim sizinle. Aşkı görün, kolayca tanımlayın.Clare Sheridan... İngiliz heykeltıraş, yazar, ressam, seyyah, hatta belki de ajan...1924-1925 yıllarında Türkiye'ye geliyor ve birçok ili geziyor, izlenimlerini "Sade Türk Kahvesi" adlı kitapta topluyor.Samsun'da kağnı arabalarına ilişkin öylesine aşksal bir gerçeği saptamış ki bu İngiliz, hiçbir Türk bunu bilse de o güne dek dillendirmeyi yazmayı düşünmemiş. Bakın neler anlatıyor:"Bu kağnıların tekerleklerinin her biri ayrı bir notadan ahlaya uflaya, gıcırdayarak ilerler. Bir genç kızın, sevgilisinin kağnısının sesini (yanında başka kağnılar olsa da) kilometrelerce öteden ayırt edebileceği söylenir. Aynı anda pek çok kağnı ilerlerken çıkan ses, ilk anda insana garip gelir; ama bu Yakın Doğu'ya has tipik bir melodidir.Başka bir kadında bile sevdiğinden izler, çağrışımlar bulmak...Necmettin Hacıeminoğlu'nun (ışıklar içinde uyusun) yıllar önce yazdığı "Yeni Bir Dünya" adlı kitabından bir bölümü sunmak istiyorum. Onu hep başka yönleriyle bilip anımsayanlar, aşk yanıyla da öğrenmiş olsunlar:"Ben mi ne düşünüyorum, kimi düşünüyorum? Saklamam senin gibi. Ben hep seni düşünüyorum. Sokakta, yemekte, yatakta... Gezerken, dururken, uyurken... Hep seni yalnız seni... Senden uzaktayım, fakat yanındayım. Benden uzaktasın ama yanımdasın. Kafamda, içimde kalbimdesin.(...) Gördüğüm her renk, rastladığım her kadın, karşılaştığım her çocuk, senden bir parça, senden bir hatıra imiş gibi geliyor bana. Otobüste bir kadın gördüm bugün, güzeldi. Senin kadar değil tabii... Onun yüzünde seni seyrettim, seni onda aradım. Saçları kumraldı, fakat seninki kadar yumuşak olamaz. Gözleri yorgundu, çok uykusuz kalmış olmalı. Dargın ayrıldığımız gecelerin sabahında, senin gözlerin de öyle olurdu. Yüzü solgundu, çok üzmüşler onu. Yarından ümidi kestiğin zaman, senin yüzün de öyle solardı. Dudakları renksizdi, terk edilmiş kadınlara benziyordu. Kavga ettiğimiz günlerde sen de dudaklarını boyamazdın. Gözleri hareket etmeden hep bir noktaya bakıyordu, çok düşünceliydi. Geç geldiğim geceler seni böyle bulurdum. Parmakları ince ve güzeldi ama seninkiler kadar sıcak olamaz. Adımları ürkek ürkekti, tereddüt içinde olduğu belli. Tekliflerimi güçlükle kabul ettikten sonra, sen de öyle yürürdün. Etrafına hiç bakmıyordu, zihni tek mesele ile meşgul olduğu için. Yeni yeni kararlar vereceğin sıralarda, sen de öyle her şeyle ilgini keserdin.Ona bakıyor fakat seni görüyordum, seni yaşıyordum. Her şeyde sen vardın..."