UNESCO Haliç köprüsüne itiraz etmekte çok haklı
◊ Kabataş Martı projesi ne zaman başladı?- İlk tasarım 2004’ün sonunda yapıldı. Ama proje 2016 yılında harekete geçti.◊ Ne zaman bitecek?- 2018’in sonunda bitirilmesi hedefleniyor.◊ Neden...
◊ Kabataş Martı projesi ne zaman başladı?
- İlk tasarım 2004’ün sonunda yapıldı. Ama proje 2016 yılında harekete geçti.
◊ Ne zaman bitecek?
- 2018’in sonunda bitirilmesi hedefleniyor.
◊ Neden İstanbul’da en çok tartışma yaratan işleri size veriyorlar?
- Bana vermiyorlar. Ben alıyorum.
◊ İhaleye mi girip aldınız?
- Hayır. Ben belediyeye bugüne kadar en az 50 proje sundum. Son 15 yıla bakarsanız İstanbul’da 7 proje yaptığımı görürsünüz. Bunların ikisi kendi projemdi. Biri Göktürk’teki Loft Larus, diğeri Nurol Life. Bunların dışında Haliç Metro Geçiş Köprüsü ve 5 projem daha var. Benim amacım imar istenen ya da malzemesinden imtina istenen, dizaynı dikdörtgen, karelerle tanımlanmış binalar yapmak değil. Amacım bir eser yaratmak ve kendimi ifade etmek. Martı projesi de böyle, Haliç Köprüsü de.
◊ Kabataş’ta neden böyle bir şeye ihtiyaç duyulduğunu düşündünüz?
- Kabataş benim de kullandığım bir yer. Burada çok ciddi bir trafik sorunu var. Yaya açısından da motorlu araçlar açısından da. Özellikle yayaların hali harap durumdaydı. Setüstü tarafında daracık kaldırımda insanlar otobüsten inmek zorunda kalıyordu. Yolun ortasına sıkıştırılmış, şeritten çalınarak yapılmış bir tramvay hattı var. Öbür tarafta da deniz ulaşımı merkezi bulunuyor. Bunları kullanan insanlar araçların arasında ya da demirlerin üzerinden atlayarak gidiyordu.
◊ Sık kullandığım bir yer olduğu için ben de bu sıkıntıyı yaşayan biriyim...
- Çünkü insanların kaldırımı kullanma imkanları yoktu. 1.5 metrelik kaldırımda kaç kişi durabilir? İstanbul’da insanın değersiz olduğunun en görülebilir olduğu yer Kabataş’tı. Birçok yerde de öyle tabii. Bir de hepimizin bildiği, “şehir yayalarındır” prensibi vardır. Ama hikayede kalıyor ne yazık ki. Damperli kamyon, otobüs ve araba arasında insanlar çocuklarıyla karşıya geçmeye çalışıyor. Deniz ulaşımı şehir için en önemli argümanlardan biri. İskele barakalardan oluşan bir yapıydı. Bir tarafta Dolmabahçe Sarayı, bir tarafta Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin ortasında kötü bir alan olarak kalmıştı.
◊ Tamam bu sıkıntılar doğru da neden projeyi Mimarlar Odası’na ya da İstanbul halkına danışmadan yapmayı tercih ettiniz?
- İşin o kısmı benim sorumluluğumda değil. Ama şu var; 2008 yılında bu proje gündeme geldi ve basında çok yer aldı. Herkesin haberi vardı. Koruma Kurulu’na sunuldu. Anıtlar Kurulu onayladı ve kimseden bir itiraz gelmedi. O zaman yer altına alınma hadisesi yoktu. Çünkü sadece iskeleler konsepti adı altındaydı. İBB o dönemde iskeleleri yenilemeye başlamıştı. Selçuklu mimarisinden esinlenilerek yenileniyordu iskeleler. Ben her yapılan işin, yapıldığı dönemi temsil etmesi gerektiğine inanıyorum. Başkası taklit olur. Restoratör olmama rağmen böyle düşünüyorum. Bu proje 2010 yılında ödül aldı. İnsanlar bunun gerçekleşeceğini bilene kadar bir itirazda bulunmadı. Ne zaman bu proje reel hale geldi, o zaman eleştirilmeye başlandı. Meslek hayatım boyunca yaptığım her projeyi Mimarlar Odası’na tescil ettirerek devam ettim. Kabataş projesini de 2005 yılında tescil ettirdim. İstanbul’da son 10 senede binlerce inşaat yapıldı. Stadyumdan tarihi yarımadada yapılanlara kadar. Ama hiçbiri benim yaptığım Kabataş projesi ve Haliç köprüsü kadar eleştiri almadı.
◊ Sizce neden?
- Ben herhangi bir yere dahil olmadan mimarlık mesleğimi sürdürmeye çalışıyorum. 30 yıllık bir mimar olarak bu şehre bir proje yapıyorum. “İBB’nin bütün işlerini Hakan Kıran yapıyor” diyorlar. İBB senede bin proje yapıyor. Ben bugüne kadar sadece iki proje yaptım Belediye’ye.
◊ Belki de kritik işler yaptığınız için eleştiriliyorsunuz. Ben mesela Haliç’e yaptığınız köprünün tarihi silueti bozduğunu düşünüyorum. Diktiğiniz kulelerin de kötü olduğuna inanıyorum. Orada başka bir formül bulamaz mıydınız?
- Başka bir formül yoktu. Dünyanın belki de en zor zeminlerinden biri Haliç’tir. Bir dönemin gerçek İstanbul’u tarihi yarımada ve Pera’dır. Mimar Sinan’lar, Balyan’lar, kimler gelmiş geçmiş... Bu merkezin içinden herkes Haliç’i sandalla geçmiş. Bir köprü yapmamışlar. Neden bu iki kara parçasını bir köprü ile birleştirmemişler? Düşünememişler mi? Biri düşünmüş.
◊ Evet... Leonardo Da Vinci...
- Doğru, “Yapamadığınız bir iş var, izin verirseniz ben bunu gelir yaparım” diyerek bir plan göndermiş. Ama Haliç’i hiç görmemiş bunu yolladığında. Çok incelendi. Ama Da Vinci’nin çizdiğinin de gerçekleşebilir bir çizim olmadığı düşünüldü.
◊ Peki, neden yapılamıyormuş?
- Çünkü sert zemin yok. Var olan en derin geoteknik araştırma ve iyileştirme projesi dahilinde ulaşabildiğimiz derinlikte bile zemin sert değildi. Balçıktı. Hiçbir şekilde oturttuğunuz ayak yerinde durmuyordu. Haliç’e ayak çakılan tek köprü, kısmidir o da ama yeni yapılan Galata Köprüsü’dür. İki tarafı sabittir. Her sene 1-1.5 santim civarında batıyor şu anda. Bilirsiniz ara sıra açılmaz, kapanmaz.
◊ Tünelle geçilmesini neden düşünmediniz? Mümkün değil miydi?
- Tünel, Gırgır’daki Zihni Sinir projesi. Tünel sistemi bir mucize. Karikatür olarak bakarsak yukarıdan aşağı dimdik inen fünikülervari bir tramvayın ondan sonra yukarı çıkması lazım. Şakası bir yana, öyle bir teknoloji metroda yok. Denizin altından artı 100’e çıkacaksınız. Artı 100 neresi? Taksim Meydanı. Taksim’den Haliç’e inmeniz için yüzde 25-30 eğim yapmanız lazım. Metrolarda yüzde 4’ten fazla eğim yapılamaz. Onun için füniküler diye bir şey var. Aksi takdirde freni boşalır...
Denizle karayı birleştiriyoruz
◊ UNESCO bile Haliç Metro Geçiş Köprüsü’ne itiraz etti...
- Çok haklıydı. 1985 yılında UNESCO’ya kendi isteğimizle üye olmuşuz ve tarihi yarımadayı tescil ettirmişiz. Sonra UNESCO’nun bütün sözleşme şartlarını kabul etmişiz. UNESCO diyor ki “Tarihi yarımadaya ne yapacak olursan önce bana sor”. Haliç’e köprü yapılmasına 1985’te karar veriliyor. 1987’de Koruma Kurulu’ndan geçiyor. 1992’ye kadar işlemler devam ediyor. 1992-2004 arasında da buraya uygun proje araştırılması yapılıyor. İncelenen projelerinin hiçbirinin analizi ve raporu yok. Ve hiçbiri UNESCO’ya bildirilmiyor. Halbuki sözleşme imzalanmış. UNESCO 1985’ten beri bir bildirim olmadığını söyleyerek itiraz etti. 1 sene boyunca çok üzerime geldiler. Projeyi durdurdular. Dünyanın sayılı üniversitelerinden uzmanlar keşfe geldi. Alternatif arayışına girdiler. En sonunda projeme “Doğrudur” kararı verdiler. Ama önerilerde bulundular. Köprünün ayaklarının boyunu 15 metre kadar indirdiler. Bana göre yanlıştı. Daha narin ve kararlı olacaktı. Biraz kararsızlaştı. O yüzden şikayetim var. Bir de inşaatın bitiş işleri daha kaliteli olabilir, çevre düzenlemesi yapılabilirdi.
◊ İki tarafa asma köprü yapılamıyor muydu?
- Bu şartlarda ancak tam ortasına iki ayak dikerek yapabilirdiniz. Ama o da korkunç görünürdü. Sivil toplum örgütlerinden gelen “zekice!” bir öneri vardı. Yürüyen merdivenlerle istasyondan aşağı inip, kayıkla geçip, sonra yeniden yürüyen merdivenlerle çıkmak. Pardon ama bunu düşünemedik!
TOPLUMUN SAHİP ÇIKMASI GEREK
◊ Kabataş projesine Mimarlar Odası itiraz ediyor. Siz de onları çizimlerle oynadıkları gerekçesiyle mahkemeye verdiniz. Onların tezi buradan bir rant yaratılacağı, beton olacağı ve içerisinde AVM gibi yerlerin olacağı yönündeydi. Burada rant var mı?
- Valla o rant kelimesini ben bulamadım. Buranın tamamı sosyal alan, transfer merkezi ve meydan. İnsanların konforlu bir şekilde seyahat etmesi ve şehri kullanması için dizayn edildi. İçindeki işletme ve dükkan sayısı bir metro istasyonunun içindeki işletme sayısından fazla değil.
◊ İçinde hiç mağaza olmayacak mı?
- Hayır. Sadece metro istasyonlarında gördüğünüz, günlük ihtiyaçları alabileceğiniz yerler olacak. Meydanın içinde 12 küçük modülümüz var. Lostra, kitapçı, eczane, kuru temizleme, simitçi, çaycı gibi. Bir de pasaj gibi bir bölüm olacak. 16 küçük mekandan oluşacak ve sadece sahaf ve sanat galerisi bulunacak. Dükkan olmayan açık alanda ise her türlü gıdanın satılacağı ortalama 40 tane tezgah olacak. Anadolu’dan gelen doğal ürünlerin satılacağı bir yer olmasını hayal ediyorum. Bunların hiçbiri AVM konsepti değil.
◊ Ya ileride sahaflar, galeriler zarar ederse? O zaman AVM’ye dönüşür mü?
- Normal şartlarda olamaz. Ama bunun cevabını siz de biliyorsunuz. Bu, toplumun sahip çıkmasıyla olacak. Cadde üzerinde bir tanıtım ofisi yapıyoruz. Orada kitapçılar, sanat galerileri, pazar yeri olacak her şey, hepsinin bilgisi projeyle ilgili broşürlerle dağıtılacak. Bu da bir taahhüt olacak. Bu taahhüdün arkasında toplumun durması gerekiyor.
◊ Peki, yeşil alanlar? Benim de eleştirdiğim, yazdığım projenin beton yığını olduğu konusu ne olacak?
- Büyük bir meydanımız var. 12 bin metrekare. 70 bin metre yeni yeşil alan ilave ettik. 500 civarında yetişmiş ağaç dikiyoruz. 3 bin 500 adet de bitki olacak. Bunlar hep halka açık alanlar. İlk defa İstanbul’da olması gereken bir şey yapıyoruz. Denizle karayı buluşturuyoruz. Araya trafik ve egzoz girmeden.
◊ Ama sonuçta beton olacak, fıskiyelerin de bulunacağı o meydanın ağaçlandırmasının yetersiz olduğunu düşünüyorum. Göreceksiniz yaz sıcağında vapur beklerken beynimiz haşlanacak orada. Başka bir formül yok muydu?
- O fıskiyelerin altında havuz var. Yazın büyük bölümü fıskiye havuzuna dönüşüyor. Esas klima sudur. Minimum 4 derece düşürür. Ayrıca bahsettiğiniz yerden yürümek zorunda değilsiniz. Etrafında neredeyse her yer ağaçlık. O yollardan gidebilirsiniz. Yüzde 80-90 oranında insanlar, meydanın altındaki kattan gelip yukarı çıkacak. Bizde su meselesi bilinmediği için böyle düşünülüyor. Göstermelik olarak kullanılıyor. Ama aslında öyle değil.
DOLMABAHÇE SARAYI’NIN ARKASINDA STADYUM OLMAMALIYDI