Aynı gemide değiliz
Bazen bir kelime aşınır. Bu tek başına bir dert değil tabii. Hayat dinamiktir öyle ya, kelimelerin de bir ömrü vardır. Kaldı ki aşınan kelimelerin yerine, genelde bir yenisi kendini inşa ediverir. Üstelik gayet doğal...
Bazen bir kelime aşınır. Bu tek başına bir dert değil tabii. Hayat dinamiktir öyle ya, kelimelerin de bir ömrü vardır. Kaldı ki aşınan kelimelerin yerine, genelde bir yenisi kendini inşa ediverir. Üstelik gayet doğal, hissettirmeden yapar bunu.
Ama söz konusu kelime, bir insanlık halinin takvimsiz bilgisini anlatan evrensel bir kavramsa, yerine yenisini koymak kolay olmuyor. Dahası, ondan arta kalan ağrılı boşlukla ne yapılacağı da pek bilinmiyor.
Vicdan böyle bir kelime mesela. Onu, varlığı değil, artan şiddetteki yoksunluğundan tanıyoruz artık. Her gün hayatın her alanında sayısız kez rastlayıp tanık olduğumuz bir yoksunluklar silsilesi şeklinde.
Evet uzun, çok uzun bir zamandır vicdan kavramının ortak hafızamızda, yaşantılarımızda yer etmiş her karşılığını vicdansızlıktan tanımaktayız.
Sokaklarda, zeytinliklerde, güzelim derelerin orta yerinde, mahkeme salonlarında, şehrin nefes aldığı tek yeşil alanında, cezaevlerinde, hastanelerde, kurumsal ya da bireysel ikili bütün ilişkilerde, sözleşmelerde, işyerlerinde…
Durmaksızın bir vicdansızlık boca ediliyor üstümüze, gözümüze, kulağımıza...