Baran 7 yaşında bir çocuktu
Bir okul şarkısı öğrettilerdi bize çocukken; marş ritminde. “Tral-lal-lal-lal-laaa” diye başlar, gitmesek de görmesek de bizim olan köylerden söz ederdi. Her dörtlük sonunda tekrar eden trallal- lal...
Bir okul şarkısı öğrettilerdi bize çocukken; marş ritminde.
“Tral-lal-lal-lal-laaa” diye başlar, gitmesek de görmesek de bizim olan köylerden söz ederdi.
Her dörtlük sonunda tekrar eden trallal- lal nakaratını terennüm ederken, gözlerimizin yaşarıp, boğazımızın düğümlenmesine anlam veremezdik.
Gitmesek de görmesek de uzaktaki bütün köylerin bizim olacağını vaz eden bu şarkının, devlete tapınma kültürünün esaslı tuğlalarından biri olduğunu, henüz bilmiyorduk.
Devletin, sevilecek bir nesne değil, insanların yaşamını kolaylaştıran, haksızlık ettiğinde sorgulanması gereken bir araç olduğu düşüncesini öğrenmemiz zaman aldı.
***
O şarkının bize öğretildiği yaşlardaki çocuklar ölüyor “uzak köylerde”.
Çocukların öldüğü, öldürüldüğü yerde kelimeler biterdi oysa.
Bitmiyor.
Devleti kutsallaştıran, vatanseverlik diye ırkçılığı nakış gibi ören, eleştirel düşünceyi hainlikle eş tutan eğitim sistemi sayesinde değil sadece.
4.5 G ihalesi yeni yapılan optik kablolar sayesinde de bitmiyor.
Övündüğünüz “bilgi toplumu”yla hiç tanışamayacak olan 7 yaşındaki bir çocuk ölüsü üzerinden, “gelecekteki terörist”, “müstahak” lafları akıyor ekranlardan.
Değil mi ki o yavru çatışma sırasında yıkılan bir duvarın altında kalmış, değil mi ki bir çatışma var, ortada iki taraf vardır.
O halde ölüm haktır...