Faruk Duman yazınında yabanıl tekinsizliğe karşı yürüyen insan
Öykücülüğüyle edebiyatımızda kalıcı ve özgün bir yer tutan Faruk Duman son dönemde kaleme aldığı “Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur” ve “Köpekler İçin Gece...
Öykücülüğüyle edebiyatımızda kalıcı ve özgün bir yer tutan Faruk Duman son dönemde kaleme aldığı “Ve Bir Pars Hüzünle Kaybolur” ve “Köpekler İçin Gece Müziği” adlı kitaplarıyla roman türünde de güçlü bir yer edineceğinin sinyallerini vermişti. Doğanın esintisini merak uyandıran bir macera kurgusuyla okuruna geçirebilen yazar okurlarına pastoral bir şölen sunmuştu. Faruk Duman son romanı “Sus Barbatus!”ta anlatısını yine aynı temel üzerine kuruyorsa da bunu daha aşkın ve daha politik bir damarla besliyor.
“Sus Barbatus!” Anadolu’nun kuzeydoğu coğrafyasında olduğunu tahmin ettiğimiz Ç. Köyü’nde yaşayan insanların engin kış şartlarında geçen yüreklendirici hikayesini anlatıyor. Roman iki ana koldan karakterlerinin hikayesini zenginleştirerek ilerliyor. Bunlardan ilki Faruk Duman yazınının önemli bir özelliğini de temsil eden doğa ile insan arasındaki girift ilişki. İnsanın doğanın katı şartlarına ve hukukuna karşı konumlanışı ve ilerleyişi yavaş, titiz bir anlatımla okura sunuluyor. Yazarın duru cümleleri yabanın tekinsiz ortamına bir davet niteliğinde. Ormanın hışırtısını, yağmurun ıslaklığını ya da karın dondurucu soğuğunu tanımlayabilme becerisiyle Duman okuru sıcak koltuğundan kaldırıp doğanın kollarına atıyor: “Orman ayaza kesmişti. Tipi çil çil mermi gibi atıyordu ağaçların üzerine. Ağaç kalmışsa. Ağaç kalmışsa. Ağaçlardan yalnızca buz dalları kalmıştı geriye. Kırıldı kırılacak, cam kılıçları gibi mecalsiz dallardı bunlar. Bir daha hiç eskisi gibi olmayacaklardı. Kuşkusuz bir daha, bu kıştan sonra bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Artık ne yapılacaksa bu buzlarla birlikte yapılacaktı."
DOĞANIN KOYNUNDAKİ İNSAN
Roman, Ç. Köyü’ne aniden çöken ağır kış karşısında açlıkla karşı karşıya kalan köylü çift Kenan ve Zeynep’in hikayesiyle başlıyor. Kenan hamile karısı Zeynep ve doğacak çocuğu için bir şeyler yapması gerektiğinin farkındadır ve kahvede konuşulan bir sohbetten çok etkilenir. Ormanda vurulacak irice bir domuzun şehirde yabancılara satılmak üzere iyi para edeceğini öğrenir. Bunun üzerine bir tüfek edinip ormana domuz avına çıkmaya karar verir. Havanın öldürücü soğuğunu tüm iyimserliği ile görmezden gelmekte, Zeynep’e kendini ispat etme, doğmamış çocuğunu açlıktan kurtarma fikirleriyle doğanın şartlarına karşı kendini ortaya koymaktadır. Bütün olumsuzluklara kulaklarını tıkar ve gölü buz tutmuş, toprağı donmuş beyazlarla kaplı yabanın içine emanet tüfeği sırtında, bir Don Kişot gibi ilerler.
Kenan’ın tek başına doğaya çektiği rest Jack London’ın “Ateş Yakmak” adlı kısa hikayesindeki ana karakteri anımsatır. O da Amerika’nın kuzey coğrafyasında tek başına bir yolculuğa çıkacak ve karın merhametsiz yüzüyle karşılaşacaktır. Kenan da bu domuz avcılığında defalarca ölüme yaklaşacaktır. Ama Kenan karakterinde dikkati çeken en önemli özellik tüm çetin şartlara rağmen iyimserliğini ve kahramansı ruhunu kaybetmeyişidir. Umudunu kaybettiği anda bile vurduğu domuzun yanında ölmenin onurlu görüntüsünü düşler. Bunu bir kibir boyunduruğuyla değil, saf ve masum bir inançla yapar.
Faruk Duman insanı hem doğanın bir parçası hem de doğaya karşı, ona diklenebilen bir varlık olarak anlatısına yerleştiriyor. İnsanın kendi içgüdüleri ve hayatta kalma becerileri, doğanın tehlikeleriyle mücadele edebilmesi için yeterli midir ya da insan gerçekten doğaya rağmen yürüyebilir mi sorularına bir cevap arıyor. Bu cevabı da Kenan’ın iyimserliğinde buluyor sanki.