‘Bir telefonu bile yok!’
Moda’da bir kafede oturuyorum. Hava oldukça soğuk fakat mekân korunaklı, üşümüyor insan. Yan masada iki genç kız var. Konuşmuyorlar. Ellerindeki cep telefonlarıyla meşguller. Sıkça rastlanan bir...
Moda’da bir kafede oturuyorum. Hava oldukça soğuk fakat mekân korunaklı, üşümüyor insan. Yan masada iki genç kız var. Konuşmuyorlar. Ellerindeki cep telefonlarıyla meşguller. Sıkça rastlanan bir görüntü. Kahve ısmarlıyorum, geliyor, içip bitiriyorum. Yan masadaki suskunluk sürüyor. Bu arada üç köşe yazısı okuyorum gazetemden.
Nihayet konuşmaya başlıyorlar. Kızlardan biri soruyor: “Ne oldu, Berk’le aranız mı bozuldu?” Öbürü, “Öyle gibi…” diye yanıtlıyor. Soruyu soran şaşkın. “Nasıl olur? Hani âşıktınız birbirinize… Yakışıklı, çalışkan bir çocuktu. Eli ekmek de tutuyordu. Sahi ne iş yapıyordu?” “Bilgisayar mühendisiydi. Dediğin gibi iyi bir çocuktu.” “Peki, neden ayrıldınız? Aldatma, kıskançlık falan…” “Hiçbiri değil. Anlaşamıyorduk. Haberleşemiyorduk.” “Nasıl yani?” “Cep telefonu yoktu. Onu ancak işyerinden ya da evinden arayabiliyordum.” “Tek neden bu yani…” “Evet, bu!”
Günümüzdeki genç kızlar için mobil telefonu olmayan bir erkekten ayrılmak arada aşk da olsa “normal” bir gerekçe olmalıydı. Terk edilen o genç erkeği düşündüm. Mesleği gereği gün boyu dijital bir dünyada yaşıyor, sonrasında o dünyayı yanında taşımak istemiyordu. Bence anlaşılabilir bir durumdu. Fakat bu durum günümüzün genç kuşakları için kabullenilemez bir olağandışılıktı. Telefon taşımamak bir yoksunluktu onların gözünde.
Aklıma Sezen Aksu’nun seslendirdiği Kemal Burkay’ın “Bir kedim bile yok” şiiri geldi. Bu yoksunluk şiirini “Bir telefonu bile yok” başlığıyla tanık olduğum duruma uyarlamaya çalıştım kafamda.
Kızlar kalktılar. Ben kaldım. Kafenin önünden geçenleri izlemeye başladım. Yaşı 25’in altında olan kız erkek gençlerin ya ellerinde ya da arka ceplerinde birer cep telefonu vardı. Yürürken telefonda konuşan her üç gençten biri kafenin tam önündeki ka...