Birbirimizi Anlamak
1961 yazıydı. Okul tatilinin bir bölümünü babamın görev yaptığı M/S Karadeniz vapurunda geçiriyordum. Vapur o yıllarda İstanbul’dan başlayıp 24 gün süren Akdeniz seferi yapıyor, Pire, Napoli...
1961 yazıydı. Okul tatilinin bir bölümünü babamın görev yaptığı M/S Karadeniz vapurunda geçiriyordum. Vapur o yıllarda İstanbul’dan başlayıp 24 gün süren Akdeniz seferi yapıyor, Pire, Napoli, Cenova, Marsilya, Barselona, Beyrut ve İskenderiye limanlarına uğruyordu. Benim için eğlenceli bir yolculuktu. Uğradığımız liman kentlerini geziyor, yeni yerler görüyor, yeni insanlarla tanışıp belleğime bir daha çıkmamak üzere kazınacak anılar biriktiriyordum.
***
Bu anılarımın arasında Marsilya’nın en büyük caddesi olan La Canebière’deki bir dükkânda yaşayacaklarımın ilerisi için bana bir ders olacağının o gün farkında değildim. Öğle vaktiydi. Babamla caddedeki mağazaların, dükkânların vitrinlerine bakarak yürüyor, bir şeyler atıştırabileceğimiz bir yer arıyorduk. Vitrinlerden birinde siyah beyaz kareli bir gömlek takıldı gözüme. Seyrine dalmışım ki, babam, “Beğendiysen alalım” dedi. İçeri girdik. Küçücük bir dükkândı. Tezgâhın arkasındaki, siyah saçlarına aklar düşmüş, şişmanca bir adam bizi “Bonjour” (Günaydın) diyerek karşıladı.
Babam bana, “İstersen birlikte dışarı çıkın, gömleği göster” deyince adam kırık bir Türkçe ile “Türk müsünüz” diye sordu. Sesi heyecandan titriyordu. Olumlu yanıt alınca tezgâhın arkasından çıktı, yanımıza geldi, önce babamın sonra da benim boyunlarımıza sarıldı. Ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Dükkânın köşesinde üst kata çıkan ahşap merdivenin yarısına kadar tırmanıp yukarıya, “Silva, hemen gel, misafirlerimiz var!” diye bağırdı.