Mareşal Muzaffer Buyrukçu
Muzaffer Buyrukçu, 26 Ağustos 2006 günü aramızdan ayrılmıştı. Ona hepimiz “mareşal” diye seslenirdik. Eşi Mualla Hanım da, “O’na Mareşalim” derdi. Niçin bizim mareşalimiz olmuştu?...
Muzaffer Buyrukçu, 26 Ağustos 2006 günü aramızdan ayrılmıştı. Ona hepimiz “mareşal” diye seslenirdik. Eşi Mualla Hanım da, “O’na Mareşalim” derdi. Niçin bizim mareşalimiz olmuştu? Bunun hikâyesini şu anda hatırlamıyorum. Ama evet Özdemir İnce dostumuz, O’nun ölümünün ardından “Aramızdaki ünvanı edebiyat mareşali” diye yazmıştı.
Ölümü bile mareşalce oldu. 26 Ağustos’ta Malazgirt zaferinin ve Büyük Taarruz’un yıldönümünde bu dünyaya son mareşal selamını vermişti.
Cemal Süreya, can ciğer arkadaşı “Muzo”ya “Arnavut prensi” diye takılırdı. Aslında ne Mareşal’di, ne de prens! Halkın yazarıydı, insanın yazarıydı. Türk edebiyatında insan sıcaklığını O’nun kadar derinlere duyuran az yazarımız vardır. İşte onlardan biri, Osman Şahin Aydınlık’ta yeniden yazmaya başlıyor.
KIDEMLİ AYDINLIKÇI
Muzaffer Buyrukçu, Cemal Süreya, Necati Güngör ve Doğu Perinçek, Merdivenköy’de Perinçeklerin evinde. Fotoğraf: Şule Perinçek
Buyrukçu, en kıdemli Aydınlıkçılardandır. Cemal Süreya gibi 1978 yılı Mart ayında çıkan günlük Aydınlık’a kadar uzanır o tarihçe.
Metin Altıok da 1992’de Aydınlık’ta Kara Kutu’yu yazmaya başladı.
Ne derin acıydı o! Buyrukçu ile Metin’in toprağa verilmesinde buluşmuştuk. Artık aramızda Cemal Süreya da yoktu. O günü uzun uzun yazmış günlüğüne. Birkaç satırını alıyorum:
“Metin Altıok’un cenazesine gidiyoruz. Mualla’yla birlikteydik. Metin bizim ahbabımızdı, arkadaşımızd...