Türk, Türkiye, kavim, halk ve millet kavramları
1999 yılı sonlarıydı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan aradılar. Komutan, Atatürk’ün “Vatandaş İçin Medenî Bilgiler” (Yurt Bilgisi) kitabındaki millet tanımının elyazılı...
1999 yılı sonlarıydı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan aradılar. Komutan, Atatürk’ün “Vatandaş İçin Medenî Bilgiler” (Yurt Bilgisi) kitabındaki millet tanımının elyazılı belgesini rica ediyordu. Aydınlık’ta 12 Aralık 1999 günlü yazımda, Kültür Bakanlığı’nın Ekim 1999’da yayımladığı “Kurtuluş Kuruluş Cumhuriyet” başlıklı kitabında, Atatürk’ün millet tanımını değiştirerek yayımladığını açıklamıştım. Kültür Bakanlığı, Atatürk’ün tanımındaki “Türkiye halkı” kavramını kendine göre “Türk halkı” diye düzeltmişti!
Bilindiği gibi Atatürk, birinci basımı 1930 yılında yapılan “Vatandaş İçin Medenî Bilgiler” kitabı için yazdığı notlarda milletimizi şöyle tanımlamıştı:
“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” (1)
ETNİK DEĞİL SİYASAL TANIM
Atatürk, bu tanımının temelinde yatan kavrayışı, 1926 yılında “Millet ve Milliyetler Prensibi” üzerine yazdığı notlarda belirtmişti. Orada “millet” kelimesi ile “kavim” kelimesinin karıştırıldığını saptadıktan sonra şöyle der:
“Millet kelimesiyle siyasî teşekkül kastolunur. Kavim (peuple) kelimesi ise her şeyden evvel kökeni ve ırkı hatırlatır.” (2)
Atatürk, bu notlarının devamında, milleti devletin yarattığını, milletin tarihsel bir kategori olduğunu, milliyetler prensibinin Fransız Devrimiyle ortaya çıktığını, milletlerin farklı kavimleri özümleyerek oluştuğunu da belirler.
Milleti siyasal bağla tanımlayan anlayış, CHP 1931 yılı Programının 2. maddesine de konmuştur:
“Millet, dil, kültür ve mefkûre (ülkü) birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasî ve toplumsal heyettir.” (3)
NE KADAR DEVRİM O KADAR MİLLET
Atatürk, milletin devrimle oluştuğunu saptıyor. “Türkiye Cumhuriyetini kurma” eylemi bir devrimdir. Türkiye halkı bu devrimi gerçekleştirirken, kendisini de millet haline getirmiştir. Cumhuriyet kuruculuğu, milletin siyasal unsurudur.
Milletin devrimle oluşması, bize özgü değildir. Bütün milletler, Ortaçağ ilişkilerini tasfiye eden demokratik devrimlerin ürünüdür. Milletleşmekte geciken halklar, millet olabilmek için emperyalizmi de yenmek zorundadırlar.
Fransız Devriminin ve Türk Devriminin simgelediği her iki milletleşme dalgası da, devrimci devletlerin önderliğinde olmuştur. Millî devlet, halkı millet haline getiren sürecin hem ürünü hem de motorudur.
Halk, kapitalizmin şafağındaki millî devlet kuruculuğuyla milletleşir. Emperyalizmden kopuş ve Ortaçağ ilişkilerinin tasfiyesi ne kadar köklü bir devrimle gerçekleşmiş ise, milletleşme de o kadar hızlı ve güçlü olmuştur. Çeşitli halklar ya da kavimler, yaşadıkları ortak devrimin kapsamı ve derinliği ölçüsünde birbiriyle kaynaşmış ve tek bir millete dönüşmüşlerdir.
MİLLETİN HAMURU: TÜRKİYE HALKI
Milletin maddesi, yani hamuru Türkiye halkı’dır. Atatürk, “Türkiye halkı”nın milleti oluşturduğunu belirliyor. Atatürk’ün, 1930 yılında, milleti oluşturan insan unsurunu “Türk halkı” olarak değil, Türkiye halkı olarak, yani belli bir coğrafya üzerinde yaşayan bütün halk olarak tanımlaması anlamlıdır ve bilimseldir. Burada millet, etnik kökene göre değil, Türkiye adındaki vatan toprağı üzerinde yaşayanların devrimle oluşturduğu siyasal kimliğe göre tanımlanmaktadır.
Bizim milletimiz de, bütün büyük milletler gibi farklı kavimlerin/halkların karışmasından ve özümlenmesinden oluşmuştur. Atatürk bu nedenle bilinçli olarak Türkiye kavramına vurgu yapıyor.
KAVİMLERİN KARIŞMASI VE KÜLTÜR YARATMAK
Boğazköy kazılarını da yönetmiş olan ünlü Alman arkeologu Hugo Winckler’in de belirttiği gibi, kültür yaratmış milletler, ırk bakımından asla saf değillerdir, aksine kültür her çağda hep çeşitli ırkların şu veya bu ölçüde karışmalarının ürünü olmuştur. (4)
Kuşkusuz burada “kültür yaratma”yı, köklü ve zengin kültür olarak anlıyoruz. Çünkü kültürü olmayan bir toplum yoktur. Dolayısıyla Türk ırkçılığı, Türklerin zengin ve etkili kültür yaratan bir millet olmadığı iddiasını da kendiliğinden içermektedir. Bu tezin Batı merkezli olduğunu biliyoruz. Oysa tarihsel gerçekler öyle değildir: İmparatorluklar kurmuş olan Türklerin başka kavimleri etkileyen, zengin bir kültürü vardır.
Atatürk, millet tanımından da anlaşılacağı üzere, milletimizin kaynağını yalnız Orta Asya’da görmemiş, Anadolu uygarlık mirasına dayandırmıştır. O kadar ki, kurulan bankalara bile, Etibank, Sümerbank gibi adlar vererek, millî tarihin beslenme kaynaklarını eski Anadolu ve Mezepotamya’daki köklerine kadar uzatmıştır. Bu saptama, gerçeğe uygundur. Çünkü bugün Ön Asya’da yaşayan Türk milleti, Orta Asya’dan gelen göç dalgaları ile bölgemiz halklarının bir karışımından oluşmaktadır. Milletimizi oluşturan kavimler, Orta Asya ve Anadolu dışında Mezopotamya, Balkan ve Kafkas kökenlidir.
Kaldı ki, Orta Asya’daki Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Kırgızlar, Tatarlar, Özbekler, Kazaklar, Oğuzlar vb de ırksal köken olarak saf değillerdi; çeşitli ırkların karışımıyla oluşmuşlardı. (5)