“Türk kanı için...”
Birinci Dünya Savaşı'nın ertesinde, Türkleri dehşete düşüren, en büyük olay, 15 Mayıs 1919'da Yunan Ordusu'nun İzmir'i işgal etmesidir. İşgal üç buçuk yıl sürer... Büyük Taarruz...
Birinci Dünya Savaşı'nın ertesinde, Türkleri dehşete düşüren, en büyük olay, 15 Mayıs 1919'da Yunan Ordusu'nun İzmir'i işgal etmesidir. İşgal üç buçuk yıl sürer... Büyük Taarruz sonucu, 9 Eylül 1922'de Yunanların çekilmesi ve Türk Ordusu'nun kente girişiyle hem İzmir kurtulur, hem de Kuruluş Savaşı zaferle sonuçlanmış olur.
İşgal, harp, zafer, kurtuluş... Bunlar tarih kitaplarına geçmiş büyük olaylar. Peki ya sokaktaki sıradan insanlar İzmir'in kurtuluşunu nasıl yaşadı? İşte bir örnek...
1909 doğumlu İzmirli Müslüman Türk Müşfik Kinson'un çocuk gözleriyle gördüklerine gelin biz de şahit olalım:
"Yunan askerleri İzmir'i terk etti.
Şehirdeki Rumları kendi başlarına bırakarak kaçtılar. Bazı Rumlar adalara gitmek için kayıkçılara yalvarıyorlardı. Türk ve Rus sandalcılar insanları Sakız Adası'na götürmek için fahiş fiyatlar talep ediyordu...
Birçok Rum bu parayı dar zamanda temin edebilmek için mallarını yok pahasına satıyorlardı."
"Kurtuluşun ertesi günü şehirde olaylar çıkmaya başladı. İşgal altındayken eziyet gören Türk ahali, çektiklerinin intikamını almak istiyordu. Şehrin içine yayılan Türk askerlerinin kollarından tutarak kendilerine fenalık yapmış olan gayrimüslimlerin yanlarına götürüyor, 'Asker ağa, bu benim namusuma el uzattı, bu benim evimi elimden aldı' diyerek ihbar ediyorlardı. Askerler de o kişileri oracıkta tüfekle kurşuna diziyordu."
"İzmir Metropoliti Hrisostomos şehri terk etmemişti.
Ellili yaşlarında, Mudanya'nın Trilye beldesinde doğmuş bir kişiydi. Yunanistan'da eğitim görmüştü. İşgalden önce 'Kurtarıcılarımız şehrimize geliyor' diye bildiriler dağıtmıştı."
"Metropolit Hrisostomos, işgal birliklerini karşılarken düzenlediği takdis merasimiyle Yunan askerlerini ve yerli Rumları galeyana getirmişti. Yunan askerine hitaben yaptığı konuşmada 'Türk kanı için...' dediği söylenirdi. Türklerin nefret ettiği bir kişiydi."
"Askerlerimizin İzmir'e girmesinden sonra ordu komutanı Sakallı Nurettin Paşa, Metropoliti çağırttı. Kısa bir görüşmeden sonra, yanına çok küçük bir askeri kuvvet verdi ve Metropolitin şehrin Türk mahallelerinden geçirilmesini emretti."
"Hrisostomos'u gören halk, onu askerlerin arasından çekip aldı. Siyah cübbesini çıkardılar. Çıplak kalan Metropoliti bir berber dükkanına götürdüler ve sakallarını kestiler. Sonra iyice azgınlaşan grup Hrisostomos'un gözlerini bıçakla oyup yuvalarından çıkardı. Burnunu ve kulaklarını kestiler. Hala yaşayan Metropoliti bir arabaya koyup kentte gezdirdiler. Hrisostomos o arada öldü." Torunu Volkan Gönenç tarafından derlenen Müşfik Kinson'un yukarıdaki anıları (Küllerin Altındaki İzmir), barış döneminde normal bir hayat süren insanların, savaşla birlikte nasıl değiştiğinin örnekleriyle dolu.
Savaş insanların içindeki kötülüğü, vahşiliği, hıncı ortaya çıkarıyor. Millet veya din fark etmiyor. Bir de bakıyorsunuz, dünya tatlısı insanlar, birer canavara dönüşmüş.
Kurtuluş Savaşı böyle ibretlik olaylarla doludur. Allah benzerini bir daha yaşatmasın; ne bize, ne de komşularımıza...
SİGORTA OYUNLARI
Geçen gün bir arkadaşım anlattı. Dinlerken ağzım açık kaldı. Arkadaşının kızı doğum yapacak. Ünlü bir hastaneye gidip soruyorlar: Bizim sağlık sigortası sizde geçerli mi? "Elbette diyor" hastane yetkileri, "buyurun..." Arkadaşımın kızı ve damadı mutlu oluyorlar. Hanım hastaneye yatıyor. Sağlıklı bir bebek doğuruyor. Hastaneden çıkarken, kapıda çevriliyorlar. "Bir dakika, 1.500 lira borcunuz vardı." Borç mu? Ne borcu? Bizim sağlık sigortamız var ya... "Evet, efendim, annenin sigortası var ama bebeğin yok." Ee? "Biz hem bebeğe baktık, hem aşı filan yaptık." Haydaa! Sigorta şirketine soruluyor. Evet, durum böyle... Bizimkiler itiraz ediyor: "1.500 lira verecek durumumuz yok." Bunun üzerine pazarlık başlıyor. İttir kaktır; neticede 750 liraya anlaşarak hastaneden yakalarını kurtarıyorlar. Kıssadan hisse: Sigortacıların ve özel hastanelerin söyledikleriyle yetinmeyin. Sorun, her türlü ayrıntıyı sorun. Bıkmadan, usanmadan "O dahil mi, bu dahil mi" diye sorun. Sonra da utanmayın, üşenmeyin pazarlık edin.
NAKİT ALIŞVERİŞ YAPIN
Kişinin harcamalarını azaltması sancılı bir süreçtir. Çünkü eski alışkanlıklardan vazgeçip, yeni alışkanlıklar edinmeyi gerektirir. Hesap yapmak, bazı zevkleri terk etmek, azla yetinmek bu sürecin en önemli parçasıdır. İşte birkaç örnek:
Bir yere giderken, aracı akrabalarınız ve arkadaşlarınızla paylaşın.
Taksi yerine dolmuş, dolmuş yerine otobüs, otobüs yerine bisiklet kullanın. Duruma göre yürüyün!
Yemeği azaltın! Vejetaryen veya vegan olmanız gerekmez ama daha az et, daha çok sebze yiyin.
Kendiniz pişirin.
Eski gömlekleri, ayakkabıları atmayın. Söküklerini dikerek, rengini değiştirerek kullanmayı sürdürün.
Dikiş bilmiyorsanız terziye gidin.
Ayakkabıcıda tamir ettirin.
Kartla alışveriş yapmayın.
Mutlaka nakit kullanın. "Ay çok güzel, buna sahip olmalıyım" demekten vazgeçin. Mutlaka almanız gerekiyorsa pazarlık edin.
Asla üşenmeden fiyatları karşılaştırın. Aynı malın daha ucuzunu tercih edin.
Kullanmadığınız eşyaları internette satın.
Sigarayı ve alkolü bırakın.
Fırsat bu fırsat tatlıyı azaltın. Böylece kilo da verirsiniz.
Fuzuli abonelikleri bırakın.
Mesela ayda 15 GB internet kullandığınızdan emin misiniz? Beş veya yedi GB yetmiyor mu?
Evdeki tamir işlerini kendiniz yaparsanız çok daha ucuza gelecektir.
Olmadı becerikli bir arkadaşınızdan rica edin.
Satın almak yerine kiralayın.
Not: Bu tip yazıları daha çok yazacağımız için şimdilik kesiyorum.