Devlet başkanı ve aydınlar
Kameralı sohbet misali yargılanan Kenan Evren, herkesi, hatta her şeyi bilfiil, iş edinerek, her durumdan vazife çıkartarak yargıladığı (ve askeri mahkemelerinde yargılattığı) dönemlerde aydınlara çok...
Kameralı sohbet misali yargılanan Kenan Evren, herkesi, hatta her şeyi bilfiil, iş edinerek, her durumdan vazife çıkartarak yargıladığı (ve askeri mahkemelerinde yargılattığı) dönemlerde aydınlara çok kızardı.
Hani, aydın, sanatçı filan denince “elinin tabancasına gittiğini” söyleyen, Nazi faşizmi sırasında Almanya’daki tüm haber kaynakları, gazeteler, dergiler, radyolar üzerinde“tam kontrol” sağlayan Propaganda Bakanı Goebbels gibi...
Evren, aydınların önüne yargıyı, zindanı koydu... Varlığını “mektepli” sürdürmeye çalışanlara da, 1402 ile sorgusuzsualsiz işten atmaları, YÖK’leri yağdırdı.
Kendisinden beklenmeyecek “nebze”de öngörülüydü, belki.
***
Darbesini yapıp Çankaya Köşkü’ne yerleştikten sonra ilk tepki aydınlardan geldi,“netekim”. “Aydınlar Dilekçesi”, Evren’i hop oturtup, hop kaldırdı...
Mayıs 1984’te köpüren öfkesini o ünlü konuşmasıyla dışavurdu:
“Vatan hainliği yapan bazı aydınlarımız var. Ne yapayım ben böyle aydını?
Bu millete hükmetmek için aydın olmak gerekmez. Son padişah Vahidettin de aydındı. Ama memleketi düşmanlara teslim etti. Ne yapayım ben böyle aydını?”
***
Sözlerinin nereye gideceğini/varacağını düşünme zahmetine girmesi gerekmeyen her darbeci gibi Evren’in konuşmasındaki bir cümle, malumun ilamıydı.
Gerçekten millete “hükmetmek” için aydın olmak gerekmezdi, mesela general olmanız -üç darbeyle de sabit- yeterliydi.
Bu konuşması üzerine Evren’e manevi tazminat davası açan Aziz Nesin de aynı cümleyi tüm ironisiyle cımbızlıyordu: