Oğuz Güven’den bir anlatı
Bugün, içerdeki gazeteci yazarları (ve elbette öteki çile dolduranları da) şu anda yine içerde olan bir yazarın, içerisi hakkında yazdıklarıyla anmak istiyorum. Aşağıdaki kısa anlatıyı Oğuz...
Bugün, içerdeki gazeteci yazarları (ve elbette öteki çile dolduranları da) şu anda yine içerde olan bir yazarın, içerisi hakkında yazdıklarıyla anmak istiyorum.
Aşağıdaki kısa anlatıyı Oğuz Güven’in “Zordur Zorda Gülmek, 78 Kuşağı” adlı kitabından aldım.
Öyküyü okuduğunuzda, dudaklarınızda buruk bir tebessüm oluşacak...
İşkencelerle simgelenen bir hapishane ortamında anlatılan çelişkilerin yarattığı acı bir tebessüm olacak bu:
Askeri darbe dönemi karabasanlarının artık bittiğine ve adaletin yeniden tesis edilebileceğine olan inancının, hâlâ direndiğini simgeleyen, acı bir tebessüm!
***
Bu anlatıyı seçme nedenim, sadece bir “hapishane öyküsü” niteliğitaşıması değil, aynı zamanda bazı kesimlerde egemen olan Atatürk ve Türk düşmanlığının yakın sebeplerine de işaret ediyor olması:
Öykü, bazı kesimlerde Atatürk’e ve Türk kimliğine karşı görülen tavrın, büyük ölçüde, 12 Eylül’ün sözde Milliyetçiliğinden ve “Kenanizm”in, (yani Kenan Evren’in ve Necdet Öztorun’un abuk sabuk fikirlerinin) “Kemalizm” diye yutturulmasından kaynaklandığına ilişkin çok güzel bir örnek.
Bakınız 12 Eylül Faşizmi, insanları Atatürk’ten ve Türklükten soğutmakiçin neler yapmış, nasıl acımasız yöntemler uygulamış!
***
12 Eylül’den sonra tüm hapishanelerde tutuklular, beş vakit ezan okur gibi, ant içip, İstiklal Marşı’nı okuyordu.
Diyarbakır Cezaevi’nde bu iş daha da abartılmıştı. Tutukluların çoğu Kürt olduğu için jandarmalar ne kadar dayak atsa da, dilleri dönmüyordu. Doğu’nun kendine has şivesi değişmiyordu.
Dayakla, bok çukurlarıyla bu işin olmayacağını anlayan cezaevi yönetimi yeni bir yöntem uygulamaya karar verdi.
Gardiyanlar, tüm tutukluları avluda toplayıp bir yarışma yapılacağını açıkladı.Türküm, doğruyum andını en iyi okuyan kişiye her hafta görüş olanağısağlanacak ve tuvalet temizleme gibi işler yaptırılmayacaktı.
Yarışma günü geldi. Komutanlar bir masaya dizildi. Tutuklular teker tekerTürküm, doğruyum, çalışkanım andını okumaya başladı.
Fakat aradan geçen beş günde hiçbir şey değişmemişti. Tutukluların çoğu,Türküm dese bile ‘doğruyum’u “dogriem” diye okuyordu.
Komutanların yüzü asıldı, sinirleri gerildi. Belli ki, yarışmadan sonra ufukta iyi bir dayak gözüküyordu.