Terör, darbe ve Norveçli baba
5 Temmuz Cuma akşamı, darbe girişimi maskaralığını duymadan hemen önce, ünlü belgeselci Michael Moore’un “Şimdi Nereyi İşgal Etmeli” (Where To Invade Next) adlı filmini izlemiştim: Michael Moore, son...
5 Temmuz Cuma akşamı, darbe girişimi maskaralığını duymadan hemen önce, ünlü belgeselci Michael Moore’un “Şimdi Nereyi İşgal Etmeli” (Where To Invade Next) adlı filmini izlemiştim:
Michael Moore, son derece eğlenceli bir belgesel çekmiş...
Esas olarak Avrupa ülkeleriyle Amerika Birleşik Devletleri’ni karşılaştırıyor:
İstihdam, sağlık, eğitim, ceza ve infaz politikaları, kadın ve işçi hakları, büyük ekonomik krizde finans kuruluşlarının yaptıkları yolsuzluklarla mücadele, ele aldığı ana konular.
Çizdiği manzara, Avrupa ülkelerinin, insan refah ve mutluluğuna Amerika’dan çok daha fazla önem verdiğini gösteriyor.
Her ülkeden ABD’de olmayan bir uygulamayı alıyor oraya bir ABD bayrağı dikiyor.
İlginç olan nokta, son değerlendirmeyi yaparken belgeselde üzerinde durduğu bütün doğru ve güzel uygulamaların esas olarak Amerika’dan kaynaklandığını belirtmesi.
Bir başka deyişle, Avrupa’da olup da ABD’de bulunmayan bütün güzel uygulamaların, kaynak olarak Amerika’dan çıktığını ama şimdi orada görülmediğini vurguluyor.
***
Belgesel, Moore’un çok dinamik ve ilgi çekici bir biçimde kurguladığı söyleşilerden oluşuyor.
Ceza ve infaz sistemi ile ilgili olarak yaptığı bölümü Norveç’te çekmiş...
Burada, faşist bir katilin bir adada öldürdüğü gençler olayı ile ilgili olarak, oğlu öldürülmüş bir babayla konuşuyor.
Norveç’te idam cezası yok ve infaz sistemine göre de, katil bir süre sonra serbest kalacak.
Moore, bu durum karşısında oğlu öldürülen babanın ne hissettiğini öğrenmeye çalışıyor; özellikle de katili öldürerek intikam almak isteyip istemediğini soruyor.
Baba da ısrarla katile karşı kin duymadığını, böyle bir intikam duygusuna sahip olmadığını söylüyor.
Bunun üzerine Moore, babaya, bu tür cinayetlerin nasıl önlenebileceğini, ne gibi tedbirler önerdiğini soruyor...
İşte o noktada, baba son derece doğal bir biçimde, bu tür şiddet olaylarının ve cinayetlerin, ifade özgürlüğünün ve demokratik hakların geliştirilmesiyle önlenebileceğini söylüyor.
Üstelik de bunu ne bir kahraman edasıyla, ne de ermiş bir bilge havasıyla belirtiyor:
Son derece normal bir vatandaşın, son derece sıradan bir gerçeği ifade ederken sahip olduğu rahatlıkla dile getiriyor.