Fıskiye de koyun

İslamköy'de Demirel'e "anıt-mezar" yapıyorlarmış. Bildiğiniz gibi bunlara "anıt-kabir" denilemiyor, ikisi de aynı şey ama kabir derseniz mazallah "Atatürk'le boy ölçüşüyor" gibi bir anlam...

İslamköy'de Demirel'e "anıt-mezar" yapıyorlarmış.
Bildiğiniz gibi bunlara "anıt-kabir" denilemiyor, ikisi de aynı şey ama kabir derseniz mazallah "Atatürk'le boy ölçüşüyor" gibi bir anlam çıkabiliyor!
"Ebedi istirahatgâh" falan? I ıh. "Türbe" hiç olmaz, gericilik sayarlar. Onun için, mezar der geçersin.
Bu kabir olmayan mezarın 26 metre boyunda bir kulesi varmış, 60 metre yüksekliğinde bir de şelalesi... Demirel "suyu ve barajı çok sevdiği" içinmiş bu.
Mezar mı yapıyorsunuz, millet bahçesine alışveriş merkezi mi, çocuklara kaydıraklı "aqua park" mı?
Bir de "kapalı alanı" olacakmış, 700 metrekare. O ortamda merhumun gömülü olduğu noktayı ara ki bulasın...
General Franco'nun sağlığında kayalara oydurduğu kendi anıt-mezarına basar yani... Ama onun tepesindeki ıstavroz 150 metredir.
Bu Demirel "mozolesi" tam 600 milyon liraya patlayacakmış. Anıtkabir'den sonra Türkiye'nin en büyük ikinci mezarı...
Böylece Demirel, sağlığında başaramasa bile ölümünden sonra Menderes'i de Özal'ı da sollamış oluyor. İnönü'yü de Ecevit'i de fersah fersah...
700 metrekarelik kapalı alanda Demirel'in "sözleri" yer alacakmış.
Merhumun "ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri" ya da "ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim" gibilerden bir sözü olmadığına göre, herhalde bu kapalı alanda "dün dündü bugün bugündür", "yürümekle yollar aşınmaz" ya da "memlekette petrol vardı da ben mi içtim" gibi vecizeleri bulunacak...

***
Demirel, Menderes'in yokluğunda onu "marke" etti, o kadar. Bir "yer doldurucuydu"...
Atması gereken liberal adımları ancak bıçak kemiğe dayanınca, o da Özal'ın zoruyla atabildi, 1980 darbesinden sekiz ay önce...
Menderes bu "transformasyonu" 1950 yılında, Demirel de diyelim 1965 yılında yapabilseydi...
Bürokrasinin nefretini kazanmış, 1971 yılında çok haksız bir darbeyle devirilmişti. "Parlamenter demokrasiyi" savundu ama yetmişli yıllarda Ecevit'le giriştikleri o kısır ve gereksiz çekişme, o kişilik kavgası ülkeyi batırdı.
Demirel 12 Eylül'den itibaren de bu sefer Özal'la bir kişilik kavgasına girdi. Özal'ın yıldızının daha fazla parlamasını hazmedemedi.
Böylece Türkiye'ye çok değerli yıllarını kaybettirdi.
1991 yılında yeniden başbakan olunca dünyanın da Türkiye'nin de o görmeyeli çok değiştiğini, artık "onun yönetebileceği" bir ülke olmadığını şıpın işi anladı. Çok zeki bir adamdı.
İki yıl "vaziyeti idare" etti, el öptürdü, laga lugayla vakit geçirdi... Fırsatını bulunca da Çankaya'ya, "sorumsuzluk mevkiine" zıpladı. (O arada özel radyolara, özel televizyonlara karşı çıkması da utanç hanesine yazıldı.)
Orada, vaktiyle onca mücadele ettiği bürokrasiye "tam teslimiyet" bayrağını çekti.
28 Şubat darbesinde günahı çok büyüktür.
Yaptığı barajları falan inkâr etmiyoruz da, 26 metre boyunda kulesi mulesi ne oluyor?
YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Utanmıyor musunuz? 01 Nisan 2023 | 3.525 Okunma Dağ nerede, fare nasıl? 31 Mart 2023 | 3.281 Okunma Alafortanfonik gelismeler 30 Mart 2023 | 1.227 Okunma Yoksun oğlum sen 29 Mart 2023 | 1.857 Okunma Var biraz da sen oyalan 27 Mart 2023 | 1.166 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar