Kahroluyor oligarşi
Rahmetli babam memur olmak istemediğime çok kızar, "ay başında maaş garantisinin tadını bir alsan" derdi. Ben de kararlıydım, gerekirse sokaklarda sürünecek ama memur olmayacaktım... "Hariciye" sınavına girmeyi hiç...
Rahmetli babam memur olmak istemediğime çok kızar, "ay başında maaş garantisinin tadını bir alsan" derdi. Ben de kararlıydım, gerekirse sokaklarda sürünecek ama memur olmayacaktım... "Hariciye" sınavına girmeyi hiç aklımdan geçirmedim bile, girseydim havada karada kazanırdım ve şimdi emekli büyükelçiydim, birçok eski arkadaşım gibi.
Seçtiğim yolda çok düştüm kalktım, işsiz de kaldım parasız da, ama başardım.
Üstelik kimsenin emeğini sömürmeden, kendi emeğimle.
Memurluğun tadı, düşük de olsa, maaşın "garanti" olmasındaydı.
Bizde bugün de, şu yaşımda bile, öyle bir garanti yok.
Memur maaşı ne öldürür ne umdururdu. Geçim sıkıntısını memur ömrü boyunca sinsi ve sürekli bir hastalık gibi çekerdi ama "aç kalma" tehlikesi de yoktu, "işsiz kalma" korkusu da. "Gönenme" umudu olmasa bile...
Buna bir de "Türkiye'nin sahibi sensin" pohpohlamasını ekleyiniz.
Babam da ne yapsın, onun gençliğinde sanayi yok, hizmet sektörü çok cılız, işçinin ne hakkı var ne hukuku... Tek kapı "memuriyet"...
Memur diktasının hüküm sürdüğü ülkede elbette en sağlam kapı o.
Böyle böyle, çarpık bir ideoloji geliştirdiler: Rahmetli Çetin Altan'ın babasının deyimiyle, onlardan bir lira az kazanan ayaktakımı, onlardan bir lira fazla kazanan hırsız!
"Memurların padişahı" İnönü'yü de hep çok sevdiler.