‘Gülriz Sururi ile son buluşma, ve inadına aydınlanma diyen yedi bilge!’
1-Geçen gün taksideyim, Metin Akpınar’a dayanışma için telefon açtım. Kulak misafiri oldu şoför: “Artist Metin mi” diye sordu. “Sanatçı Metin Akpınar” dedim. “O bir suç...
1-Geçen gün taksideyim, Metin Akpınar’a dayanışma için telefon açtım. Kulak misafiri oldu şoför:
“Artist Metin mi” diye sordu.
“Sanatçı Metin Akpınar” dedim.
“O bir suç işlemiş duydum” dedi.
“Suç işlemedi, fikirlerini söyledi, görevi bu” dedim.
“Zeki de aynı suçu işledi mi?” diye ısrar etti. “Zeki Alasya öldü. Ama yaşasa o suça gönüllü ortak olurdu” dedim.
Yağmurlu, soğuk İstanbul akşamında Kadıköy’de bir meyhaneye sığındım. Elbet içkinin bu umutsuzluğu sağaltmayacağını bilerek!
2-John Steinbeck’in “Mektuplarda Bir Yaşam”ı, edindiğim yılın son kitabı oldu. Pek yakın olduğum bir yazar değil Steinbeck, nedense merak ve sevinçle okumaya koyuldum. Çekingen biri olduğu için telefonla konuşmayı beceremediğinden söz ediliyor önsözde. İyi ki öyle olmuş, nasıl yazdığını, düşündüğünü, yaşadığını, hissettiğini mektuplarda buluyoruz.
Steinbeck sabah uyanır uyanmaz mektup yazmaya koyuluyor. Hemen tüm ilişki içinde olduğu insanlara iştahla yazıyor. Ardından çalışmaya koyuluyor ve günü böyle geçiriyor.
Kurşunkalem tutkumuz benzer Steinbeck’le. Kalemlerinin ucunu yontarak güne başlaması sevimli alışkanlık... Ben de geçen sene kendime büyük bir açacak aldım. Kolu çevirmeyi, kalemin ucundan düşen parçaları izlemeyi ve sonunda sivrilmiş uçla karşılaşmayı seviyorum.
Yoksul Steinbeck çok kâğıt harcamamak için harfleri küçük yazıyor. Bir kartın arkasına beş yüz sözcük sığdırabiliyor.
Yazarların gizli sokaklarına yolculuk etmeyi seviyorum.
3-Gülriz Sururi öldü. İnanmak güç. Doksan yaşında birinin ölmesine inanmak niye güç olsun? Çünkü daha iki ay önce yayın için buluştuk, bakımlı, özenli, güzeldi. Aklı tertemiz, cümleleri leziz, tavrı son derece incelikliydi. Sarıldık, söyleştik. Bir süredir ekrandan izliyordu beni, beğenisini dile getiriyordu Gülriz Hanım. Yayın davetine pek sevindi. Yazık ki yayın günü stüdyo ışığını beğenmedi ve son anda iptal etti programı. Israr etmedim.
“Ben bunca yıllık Gülriz’i sizin için yok edemem” demişti. Doğru söyledi. Halktv’de olanaklarımız dar, ışığımız o gün iyi değildi. İki hafta sonra görüşmek üzere sözleştik. Aradığımda yardımcısı çıktı. Hasta olduğunu söyledi ama bu ölçüde olduğunu tahmin etmemiştim doğrusu. Son derece sağlıklıydı gördüğümde Gülriz Hanım. Yazık ki o son söyleşi böylece kaldı. Kendim için üzgünüm elbet, ama esas halkımız için büyük olanak kaçırdık. Ciddi eleştiriler yapıyordu, yerli yerinde saptamaları vardı. Bunlar duyulsun isterdim doğrusu.
4-“Sururi’yi tanıyalı kaç zaman oldu?” diye düşündüm. Anı kitaplarıyla ilgili söyleşi yapmak için buluşmuştuk. Evinde öğle yemeği yemiştik. Engin Cezzar da katılmıştı aramıza. Ardından radyo, televizyon söyleşileri geldi. Öykü kitabını beğendiğimi söyleyince çocuk gibi sevinmişti.
Annesinden yola çıkarak müzikal yapmak istiyordu Sururi. Metni sanırım ilk okuyanlardanım. Fikrimi almak istemiş, dikkatle dinlemişti. Ben o müzikalden yana değildim doğrusu. Bir süre görüşmedik, Gülriz Hanım inatla yaptı “Ayşe”yi. Belleğim beni yanıltmıyorsa Engin Ağabey de benimle aynı kanıdaydı. Büyük iktisadi yıkım olduydu “Ayşe”...
Bir zaman sonra “Konçinalar” adlı amatör grupla hareket etmeye başladı, ne heyecanlanıyordu. Engin Ağabey’i kaybedince sarsıldı. O dönem elimden geleni yaptım “Konçinalar” için. Kırıldı bir ara bana. Sınırlı olanaklarla çabaladıydım oysa. Sonra barıştık. Tam bir yıldızdı Gülriz Hanım.
Törensiz, sessiz sedasız ölmek istemesine şaşmadım. Kulağımda geçen yıl “Aydınlanma Sempozyumu”nda yaptığı konuşma var, bu ülke nasıl kalkınır ona kafa yoruyordu.
5-Sanatçısına, aydınına bu kadar kötü davranan başka devlet var mıdır?
Onları bu kadar yalnız bırakan başka bir halk var mıdır?
6-7 Bilge/7 Gün yazı dizisi yarın başlıyor. Bilgeleri nasıl seçtiğimizi merak edecektir insanlar. Tümü Mustafa Kemal Türkiye’sinde yetişmiş insanlar. Aykut Küçükkaya yeni yayın yönetmeni Cumhuriyet’in, hızlı karar veriyor, ancak bunu rastlantısal yapmıyor. İlhan Selçuk titizliğiyle bakıyor meselelere ve yıllarca mutfakta olmanın deneyimiyle güçlü öngörüsü var. Fikri onunla paylaşınca, heyecanım bulaştı. Güç olduğunu biliyorduk bu söyleşileri tamamlamanın. Yoğun insanlar, titiz insanlar söz konusuydu.
İoanna Kuçuradi’ye öteden beri hayranım. “Değer” kavramı üstüne düşünmeme neden oldu hep. Söyleşiyi yazılı gerçekleştirdik. Bir de buluşup keyifli sohbet ettik. Hoca şiir kitabını armağan etti. “Neden devam etmediniz” diye sorunca da, “Şiir özen istiyor, zaman istiyor, kenarda beklemeyi kabul etmiyor” dedi.
Taner Timur’la evinde söyleştik. Önden soruları gönderdim hocaya. Alçakgönüllülükle “belleğim bana oyun oynasın istemem” dedi. Popüler tarihçilerin, neredeyse doğru dürüst yapıt vermeden ortalarda gezdiği şu ortamda, çölde vaha oldu hoca.
Korkut Boratav’la buluşmak için keyifli Ankara yolculuğu yapmak gerekti. Sorularımı hem yazılı, hem sözlü yanıtladı. Hızlandırılmış “Marksizm” eğitimi aldık Şule ve Selnur’la birlikte. “Kişi kendini bilmeli” ilkesini nasıl uyguladığını gördüm yakından.
Doğan Kuban ile önce telefonda konuştuk. Biraz zaman aldı soruların ulaşması, yanıtların gelmesi. Gelini Arzu Hanım çok yardım etti süreçte. Bir de ev ziyareti gerçekleştirdik. Yaşadığım şehri bir de Kuban gözüyle görmek heyecan verici oldu doğrusu.
Genco Erkal’ın “Merhaba”sını izledim önce. Ardından Kenter Tiyatrosu’nda tüm bir öğle sonrası söyleştik. Bir de ekranda program yaptık. Bu sırada sanata, sanatçıya saldırılar arttı. Genco Ağabey’in direnci ve sözü ayrı anlam taşımaya başladı.
Ayla Kutlu’yu telefonla aradığımda “Merhaba sevgili hemşerim” dedi sıcak sesiyle. Antakya bizi birleştirdi hemen. Sanki uzun yıllar tanışır gibi konuştuk. Aklımda “Asi... Asi”de anlattıkları vardı hep. Kutlu ile de yazılı söyleştik. Telefonu kapatırken, “Ben kendimi sivri dilli sayardım, sen beni geçtin” dedi. Haklı uyarıyı koydum cebime.