Annem savaş isterdi...
Annemi hatırlıyorum. 2. Dünya Savaşı olmalıydı. Amerikalılar ile Sovyetler arasındaki görüşmelerin uzamasına sinirlenirdi. “Vereceksin bombayı, vereceksin bombayı, bitti gitti” der, kestirip...
Annemi hatırlıyorum.
2. Dünya Savaşı olmalıydı. Amerikalılar ile Sovyetler arasındaki görüşmelerin uzamasına sinirlenirdi. “Vereceksin bombayı, vereceksin bombayı, bitti gitti” der, kestirip atardı.
Ben gülerdim, “Olur mu anne” derdim, “bombalar iyiyi kötüyü ayırmaz, böyle olur mu?” Annem başını sallar, “Olur olur” diye ısrar ederdi.
Ben güldüğümle kaldım, meğer annem savaş stratejisti imiş de haberim yokmuş. Amerika Japonya’ya iki atom bombası attı, savaş bitti. İkinci Dünya Savaşı da kentlerin bombalanmasıyla sona erdi.
Artık öyle “çekti tabancayı, iki kurşun sıktı” gibisinden suikastlar kalmadı. Tabancalar antika oldu. Bombalar işbaşında.
Cephe anlayışı da kalmadı. Artık her yer cephe. Uzaktan kumanda çıktı çıkalı ortada düşman da görünmüyor.
Annem haklı çıktı.
Keşke ben de savaş isteseymişim!
Biz barış istedik, başımıza gelmeyen kalmadı.
Ama savaş, öyle uzaktan sanıldığı gibi değildir.
Savaş demek düşman demektir. Savaş istersen düşman da istemiş olursun.
Barış demek, dost demektir. Barış istersen dostların olur.
Savaş, eskiden genç erkeklerin birbirini öldürdükleri cepheler demekti.
Şimdi artık savaş her yerin karıştığı, herkesin içine girdiği ateş çemberidir.
Terör eylemleri denen “vur-kaç hamlesi” günümüzün savaşıdır.
Ve Türkiye savaştadır.