2001’deki reel sektör tartışmalarını hatırladım

Reel sektör-bankacılık ilişkileri ile yüksek borçluluk sorununa çözüm bulmanın şart olduğu artık anlaşıldı. YEP’de belirlenen hedeflere ulaşmanın bile, bu temel sorun çözülmeden...

Reel sektör-bankacılık ilişkileri ile yüksek borçluluk sorununa çözüm bulmanın şart olduğu artık anlaşıldı. YEP’de belirlenen hedeflere ulaşmanın bile, bu temel sorun çözülmeden mümkün olamayacağı iyice görüldü.

Son dönemde banka kredileriyle ilgili tartışmaları izledikçe, 2000-2001 döneminde yapılan tartışmaları hatırladım. Bu dönemi yakından izlemiş bir gazeteci olarak özetlemeye çalışacağım: 1994 krizi, ardından Asya krizleri derken popülist yöntemler arttı, pislikler halının altına süpürüldü. O dönem “kara delikler” dediğimiz, kamunun politik kararlarla yarattığı açıklar iyice büyüdü, biriken kamu zararları ekonomiyi tıkamaya başladı. Kamu bankaları biriken görev zararları nedeniyle iş yapamaz hale geldi, bankacılık sektörünün riskleri yüksek iç borçlanma kağıtları nedeniyle aşırı büyüdü.

Ekonomi tıkanmış, kapsamlı istikrar programı ihtiyacı doğmuştu. Üçlü koalisyon döneminde Hikmet Uluğbay’ın, 1994’de IMF’ye verilip tutulmayan sözler nedeniyle, IMF’yi ikna etmesi zorlaşmıştı. Güven vermek için, IMF’nin isteği üzerine, program başlamadan sosyal güvenlik, bankacılık gibi sektörlerde radikal adımlar atıldı, daha sonra IMF programı başladı. O dönem kaynak alınamamıştı, Kemal Derviş ile program yenilenip, ek kaynak sağlanabildi.

İşte bu dönemde bankacılık kapsamlı bir konsolidasyona tabi tutulmuş, batanlarıyla, yabancı satın almalarıyla sağlam bir sermaye yapısına kavuşturulmuş ve politik etkilere karşı yapısal bir dönüşümden geçirilmişti. Kamu bankaları yüklü iç borç kağıtlarıyla beslenip, görev zararı mekanizmasının bir daha çalışmaması için yasal kısıtlar getirilmişti. Bankacılık sektörüne sağlam diyorsak, yüksek büyümeyi finanse etmişlerse, o yapılanlar nedeniyledir.

İşte o dönemde reel sektör kurtarma tartışmaları başlamış, Anadolu yaklaşımı, İstanbul yaklaşımı gibi formüllerle reel sektörün yaşatılmasına çalışılmıştı. O dönemin bankalardan sorumlu tepe yetkilisine “Bankacılık konsolide oldu zaten maliyeti halk ödedi, reel sektörün de konsolidasyonuna izin vermek doğru olmaz mı, aksi takdirde yine aynı sıkıntıları yaşamayacak mıyız?” diye sorduğumu hatırlıyorum. O zaman bu soruya “Bunlar ulusal varlık daha fazla erimesine izin veremeyiz, önümüzdeki süreçte zaman içinde onların durumunu yaşatarak düzeltebiliriz” yanıtını almıştım.

HEPSİNİ KAPSARSA

Haklı çıktı; 2002’den itibaren küresel iklim bu düzeltmeyi yapmak için çok uygundu. İstikrar tedbirleri sonuç verdi; bankalar sağlam bünyeleriyle dışarıdan rahat kaynak sağladı, kredi mekanizmasını sağlıklı işletmeye başladılar. Küresel iklimin dopingiyle yüksek büyüme oranlarına ulaştık ve 2008 yılına kadar ekonomi iyi gitti. Ancak bu rahat dönemde reel sektörün yapısal sorunlarını çözecek adımların atılması gerekirken aksine 2001’de getirilen kamu ihale kurumu, merkez bankası bağımsızlığı, bağımsız kurumlar gibi ilkelerde geri adımlar atılıp disiplinden geri dönüş başladı. IMF programı bitince kurumsal geriye gidiş hızlandı, küresel kriz sonrası artan sıcak para, bu tür yapısal fırsatlarda kullanılmak yerine inşaata aktarıldı.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
TUSAF un ihracatının artması için rejim değişikliği istiyor 29 Nisan 2019 | 222 Okunma Faiz indirim beklentisi yine ötelendi 23 Nisan 2019 | 170 Okunma Huawei, 5G dahil ayrımcı olmayan politikalar istiyor 22 Nisan 2019 | 102 Okunma Beklentileri olumluya çevirmek 15 Nisan 2019 | 1.286 Okunma Tedbirler finans ağırlıklı 11 Nisan 2019 | 163 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar