Azim ve sebat, hırs ve tamahkârlık değildir
Ne zaman azim ve sebattan bahsedilse, mutlaka hangi işimizde azimli ve sebatlı olmamız gerektiğini belirlemeliyiz. İyiliğe yol açması istenen, buna niyetlenmiş yani hayırlı işlerimizde azimli ve sebatlı olmaktır, temennimiz....
Ne zaman azim ve sebattan bahsedilse, mutlaka hangi işimizde azimli ve sebatlı olmamız gerektiğini belirlemeliyiz. İyiliğe yol açması istenen, buna niyetlenmiş yani hayırlı işlerimizde azimli ve sebatlı olmaktır, temennimiz. Gayrisi tam tersi etki yapar, hayrımıza değildir.
Günümüzde en hatalı biçimde kullanılan, dolayısıyla aşındırılan kavramlardan birisi de “başarı”… “Başarı” dediğimizde bir bağlamdan bahsetmemiz gerekirken, artık hangi bağlamda, neden söz ettiğimize bakmaksızın “başarı”dan söz ediyoruz. Neyi, nasıl, hangi amaç uğruna, ne pahasına başardığımızın artık bir önemi yok. “Başar da nasıl başarırsan başar!” diye düşünülüyor. Oysa başarı tanımı, duruma ve kişiye göre değişkenlik arz eder. Mesela Müslümanlar olarak bizim için bu hayatta “iyi olmak ve kötülükten uzak durmak, insanları kötülükten uzak tutmaya, sakındırmaya çalışmak” esas olmalıdır. Bu, bizim tüm işlerimizdeki başarıyı ölçeceğimiz gerçek miyardır. O nedenle, iyi olmayı, kötülükten sakınmayı, sakındırmayı, iyiliğin kazanması için çalışmayı, bize Yaratıcımız tarafından verilmiş yetenek ve potansiyellerimizi bu amaçla harekete geçirmeyi gerçek “başarı” diye niteleriz; nitelemeliyiz. Hayatta kazandığın sınavlar, elde ettiğin diplomalar, mevki-makamlar, kazandığın para, mal-mülk ancak bu amaca hizmet ederse “başarı” olarak görülebilir. Başka türlü dünyevi kazançların, kimseye bir hayrı olmayacağını düşünürüz, düşünmeliyiz.
İyiliği büyütmeyen, kötülüğü küçültmeyen azim ve sebat, bir işe yaramadığı gibi insanın nefsi olgunlaşmasına zarar dahi verebilir. O yüzden gündelik dilde kendiliğinden şöyle bir ayrıma gideriz. “Azim ve sebat” kelimelerini, sanki iyiliği çoğaltmak, kötülüğü azaltmak içinde mündemiçmiş gibi müspet olarak kullanır; menfi, istenmeyen çaba ve ısrarı ise başka kelimelerle anarız, onlara “hırs ve tamahkârlık” deriz.
Hırs ve tamahkârlık tamam, onlarla neyi kastettiğimizi hepimiz biliyoruz ama bir de “patolojik hırs ve azim” diyebileceğimiz bir takıntılı, obsesif uğraş, bal yapmayan arı misali gösterilen gayretkeşlik var. Bu halin temelinde gerçekten de sağlıklı işlemeyen bir psikolojinin bir türlü yaptıklarından emin olamama, başkalarını değil ama kendi mükemmeliyetçi beynini ikna etme çabası bulunuyor. Hırs ve tamahkârlık gibi çok yaygın olmasa da hatırı sayılır miktarda insanda oluyor böyle vesveseli yapı. Bir an evvel vesveseyi yenici, vakti daha hayırlı biçimde kullanmayı sağlayan tedbirler almayı gerektiriyor. Vesvese haline gelmiş bir gayretkeşlikten söz edince, doğal olarak psikolojimizin niye böyle işe yaramaz yollara tevessül ettiği sorusu aklımıza takılıyor. Cevabı hayli zor, birçok psikoloji teorisi bu soruya verilen farklı cevaplar nedeniyle ortaya çıkmış zaten. Biz oralara dalmayalım, bildiğimiz, işe yarar alanla sınırlayalım söyleyeceklerimizi.
Hayatın zorluklarına, sıkıntılarına karşı verdiğimiz psikolojik tepkilere, “baş etme mekanizmaları” diyoruz. Araştırmacılar, insanların kaygı verici gerçek durumlar karşısında gösterdikleri, kendilerine özgü, kalıplaşmış baş etme mekanizmalarını “aktif ve kaçınmacı” ya da “problem odaklı ve duygu odaklı” diye ikiye ayırarak inceliyorlar. Kaygıya yol açan durumu düzeltmek için çabalamak, örneğin sınav kaygısını daha çok çalışarak gidermeye uğraşmak “aktif”, kaygı verici durum yokmuş gibi davranmayı tercih etmek ise “kaçınmacı” başa çıkma stratejileri. Birçok kaygı verici durum karşısında hangisinin daha etkili olduğu araştırılmış, hemen hemen tüm olaylarda aktif başa çıkma stratejilerinin kaçınmacı olanlara göre daha etkin ve işe yarar olduğu bulunmuş. “Problem odaklı” başa çıkma stratejileri, doğrudan doğruya kaygı yaratan sorunu yenmeye çalışmaya yönelik oluyor. Mesela maddi problemden kaynaklanan sıkıntılar, daha çok para kazanmaya çalışarak yok etmeye çalışılıyor. “Duygu odaklı” başa çıkma stratejisi izleyenler ise problemin kendisindense yol açtığı sıkıntıyı, daha müspet alternatifleri akıllarına getirerek yenmeye çalışırlar. Araştırmalar, eğer problemin üstesinden gelmek mümkünse problem odaklı yöntemin ama ölüm, savaş gibi değiştirilmesi imkânsız durumlar karşısında duygu odaklı başa çıkma stratejisinin daha etkili olduğunu gösteriyor...
Demek ki sadece azimle yola koyulmak da çare değil. Neye, nasıl azmedeceğimiz de önemli. Bir de okuyucularımız bilirler biz hayat şiarı olarak Mehmet Akif merhumun “azim ve tevekkül” dediğini “mücadele ve teslimiyet” diye formüle ediyoruz. Kanaatimce bunların ikisi biraradalığı yani mücadele ve teslimiyetin diyalektik birliği, Kur’an-ı Kerim’de de defalarca zikredilen“sabır”ı oluşturuyorlar. Azim ve sebat, sabırla birlikte anıldıklarında tam yerlerini buluyorlar.