Bakmasını bir bilsen!
“Dikkat eksikliği hiperaktivite var hepimizde” başlıklı yazımda, her gün birçok önemli olayın olduğu bu topraklarda yaşamanın Batı'daki olağan yaşamdan farklarına işaret etmiştim....
“Dikkat eksikliği hiperaktivite var hepimizde” başlıklı yazımda, her gün birçok önemli olayın olduğu bu topraklarda yaşamanın Batı'daki olağan yaşamdan farklarına işaret etmiştim. “Modernliği, küreselleşmeyi, geleneksel dünyadan ayıran özelliklerden birisi ‘hız’. Modern teknolojinin getirdiği imkânlar sayesinde dünyamız bir köye dönmüş vaziyette. İstersek aynı gün içinde dünyanın öbür ucunda olabiliyoruz. Modernlikte belki yarı yoldayız henüz ama bizim hızımızın yanında modernliğin zirvesindeki Batı toplumlarının lafı bile edilmez, edilemez. Onların bizim hayat hızımıza yetişmeleri mümkün değil. O kadar çok şey görüp yaşıyoruz, başımıza öyle musibetler geliyor ki, onların muhayyileleri, akılları havsalaları almaz. Ömür; görüp geçirdiklerimiz, yaşadığımız, tanık olduğumuz olaylar, olgular toplamı olarak görülür, bunlar bağlamında ele alınırsa eğer, bakmayın ortalama insan ömrünün Batı'da bize göre 8-10 yıl fazla olduğuna, biz onlardan en az 2-3 kat fazla yaşıyoruz..."
Son yazımda “Yorgunluk Toplumu” kitabını ele aldığım Byung-Chul Han ise diğer psikolojik rahatsızlıkların yanısıra dikkat eksikliği ve hiperaktivitenin çağımızı belirleyen yeni hastalıklar arasında bulunduğunu belirtiyor. Onunla aramızdaki farka birazdan geleceğiz. Ama “dikkat”in önemiyle ilgili tespitlerimiz çok benziyor. “Trafikte hızla yol alan bir vasıtada bakışlarımızı bir noktaya sabitleyip manzaranın tadını çıkaramayız. Dikkatimiz bize çevremizde görüp müşahede ettiklerimizi detaylarıyla kaydedip dört başı mamur biçimde analiz etmemize imkân tanımaz. Yalapşap bir kayıtla değerlendirme ne kadar mümkünse, o kadarı gelir ancak elimizden. Burada zamanın dörtnal koşusunu hem seyredip hem onunla birlikte döneniyorken halimiz farklı değil. Olaylardan, olgulardan yağan uyaran bombardımanı altında şaşkınlığa uğruyor zihinlerimiz.” Biz bunları söylerken Han da uyarıcılarda, malumatta ve dürtülerde ifrat olarak tezahür eden pozitifliğin dikkatin yapısını ve ekonomisini tamamen değiştirdiği, duyuşumuzu parçalayıp dağıttığını, uyaran bombardımanı altında dikkatimizin çoklu görev anlayışıyla organize olmak zorunda kaldığını saptıyor. Ona göre bu durum ilerlemeyi değil ciddi bir gerilemeyi gösteriyor. Balta girmemiş ormanlardaki hayvanlar arasında hayli yaygın olan bir dikkat tekniği uygulamaya çalışıyoruz. Ormanda yemeğini yediği esnada onlara av olmamak için diğer yırtıcı hayvanları kollamak ve yavrusunu korumak ve eşini gözünün önünden ayırmamak zorunda olan hayvanlarınkine benziyor dikkat tekniğimiz. Sürekli birçok işi aynı anda başarmak zorunda hissediyoruz ve üstelik bu halimiz giderek sıradan bir yaşama kaygısına ve tarzına dönüşüyor.
İnsanlığın kültürel icraatları bize derinlemesine düşünmek, yoğun biçimde dinleyerek tefekkür etme istidadı kazandırmışken şimdi bu özelliğimizi yitiriyoruz. Derin dikkatin yerini gitgide tamamıyla başka bir form olan hiper-dikkat, daha doğrusu dikkatsizlik alıyor. Sanki arkamızdan atlı kovalıyormuş gibi durup dinlenmeden o işten bu ise koşuşturup duruyoruz. Gidişattan sıkıldığımızı bile fark etmiyor, bıkkınlığımızı daha çok koşuşturarak örtmeye çalışıyoruz. Ne kadar aktif olursan o kadar özgür olursun yanılsaması içinde yaşayıp gidiyoruz. Pozitif güç, bir şeyi yapma, negatif güç ise hiçbir şey yapmama gücüdür. Günümüzde ikincisine yer yok, mütemadiyen bir yere yetişecek gibi ölümcül bir hiperaktiviteye mahkûmuz. Elbette bu durumda kaybeden maneviyat hislerimiz… Sonunda elimize geçen özgürlük değil takatsizlik ve yorgunluk oluyor.
Bu tespitlerde tamamen Han ile hemfikiriz. Görmeye odaklanmış, bakmayı unutmuş bir haldeyiz. Türkçe'deki “bakmak” kelimesinin manaları her şeyi anlatıyor. Bakmak, hem dikkatlice incelemek hem de annenin bebeğine, doktorun hastasına bakması gibi bakım vermek anlamına geliyor. Ama başta da belirttiğim gibi Han’la köklü bir ayrım noktamız var. Biz, olayların ve karşılaşılan zor durumların yoğunluğuna bakarak toplumumuzu dikkat eksikliği ve hiperaktivite ile nitelemiştik. Han ise Batı’nın toplumsal ve zihinsel formatında arıyor dikkat eksikliği ve hiperaktiviteyi. Tanımlarımız için kalkış noktalarımız ve bakış açılarımız çok farklı. Han’ın baktığı yerden bakarsak ben kendi tanımımı değiştirmek durumundayım. Zira buradaki olay ve zor durumlar sıklığı olarak müthiş bir yoğunluk içindeyiz belki ama zihnimiz henüz bir hiperaktivite çığına kapılmış değil. Toplumumuzun inançları ve ibadetlerine düşkünlüğü hiperaktiviteyi dizginliyor. Kore kökenli Alman filozof Han da aslında Doğu ve Batıda aynı durumların söz konusu olmadığın farkında; bu yüzden Batı'nın yorgun toplumuna hiperaktiviteye karşı Zen meditasyonu öneriyor. Han, birçok düşünürü gelen yorgunluk toplumunu görmemekle suçluyor ama kendisi de modernliğe karşı dişe dokunur tek direncin Müslüman zihinden kaynaklandığını göremiyor. Derse ki, toz dumandan görünüyor musunuz kardeşim? Haklı…