Bize özgü bir münevver tipi
“Elinizdeki kitap büyük ölçüde bize özgü bir aydın tipinin fevkalade çabasıyla sizlere ulaştı. Bu kadar eşine ender rastlanan özellik gösterince, şüphesiz başka kitaplardan bazı farkları...
“Elinizdeki kitap büyük ölçüde bize özgü bir aydın tipinin fevkalade çabasıyla sizlere ulaştı. Bu kadar eşine ender rastlanan özellik gösterince, şüphesiz başka kitaplardan bazı farkları da olacak. En büyük farkı, dili ve tarzı. Akademik desen akademik değil, siyasi desen siyasi değil… Bazılarınız anlatım tarzını ve dili kullanma becerisini yeterince başarılı da bulmayabilir; kitabın bölüm yapısı, referans sistemini özensizlikle itham edebilirsiniz. Ama bu kitapta öyle bir şey var ki, başladığınızda ifadeler, çok güçlü olmasa da hatta kimi zaman cümleyi tashih etmek için içinizdeki şeytan sizi dürtse de yani sular seller gibi akıcı olmasa da elinizden bırakamıyorsunuz. Yazarın cümle yapısıyla değil ama zihin örgüsüyle, kitabın gramatiğiyle değil ama semantiğiyle size bir şey anlatmak istediğini, müthiş bir tezi olduğunu görüyorsunuz. Bu iddialı tez, her sayfada merakınızı uyandırıyor, ilerlemek istiyorsunuz, sayfaları çevirmeye mecbur kalıyorsunuz; ‘Medeniyetten Yığına’ adeta beyninizin peltemsi kıvamını avuçlarının içine alıyor, sıkıyor… Beyninizin iyice sıvı bir kıvam almasını istemiyorsanız, Yılmaz Dönmez’in mengenesinde kıpırdamadan duracaksınız ve diline, tarzına itirazınız olsa da kitabı düşüne düşüne okuyacaksınız, başka çareniz yok…”
Yılmaz Dönmez, Deniz Kuvvetleri’nden çok genç yaşta emekli olduktan 2012’de ilk kitabı “Medeniyetten Yığına”yı yazdığında bunları söylemiş ve şöyle devam etmiştim:
“Yılmaz Dönmez, birçok yazarın yanı sıra birçok akademisyenin kitaplarını, dünyadaki güç mücadelesini anlamaya çalışırken adeta yemiş yutmuş… Üstelik doktora tezinde ya da yeni yayınında referans olması gailesiyle değil hakiki bir anlama cehdiyle…
Günlerce okumak için çabaladı, okuduğu her kitap, ilgisini bir başkasına yöneltti ve kendince dünyadaki güç mücadelesine ilişkin bir bakış oluşturdu. ‘Soru varsa cevap vardır’ denir; Yılmaz Dönmez, senelerce kendi sorusunu sormadı, kitapları kendi yol haritasının işaret taşları olarak kullandı, onların rehberliğinde gezdi dolaştı. Ama bu kadar okuma, bu kadar emek elbette bir karşılık bulacaktı; bir gün geldi, zihninde kendi sorusu oluştu ve tabii kendi cevabı da. ‘Medeniyetten Yığına’, Yılmaz Dönmez’in sorusunu ve cevabını içeriyor ve pek tabiî ki bu coğrafyada yetişmiş, buranın kendine özgü, biricik kültürüyle yoğrulmuş gerçek bir aydının sorusu da cevabı da bambaşka olacaktır. Kendisi, biraz da şaşırarak, ben ‘Bir medeniyet geçmişinden gelen insanların nasıl olup da tüm beceri donanımlarını yitirerek yığın haline dönüştüğü sorusunu soran bir araştırmacı görmedim’ diyor, ben de ona gülümseyerek ‘Göremezsin tabii, çünkü sen sahiden buralısın’ diye cevap veriyorum. Buranın aydını, bir deprem sonrası yıkıntılar arasında geçmişini arayan insandır; yıkıntıları gördükçe içi gururla dolar ama şimdiye baktıkça hep hüzünlenir, gözü hem yaşlı hem ufuktadır. ‘Medeniyetten Yığına’ kitabını okurken bazılarınızın gözlerinin dolması, hatta usulca ağlaması söz konusu olabilir, endişe etmeyin. Batılıların uygarlıklarını teşrih masasına yatıran Norbert Elias’ları, Michel Foucault’ları var, biz nasıl otomobilleri, bilgisayarları onlardan alıyorsak bilgimizin çoğunu da bu Batı devlerinden alıyoruz ama ağır aksak, yalpalayarak da olsa Yılmaz Dönmez’ler buranın hakiki yürüyüşünü sürdürüyor.”
Yılmaz Dönmez, bize özgü, sadece burada bulunan aydınlardan. Mektepli değil alaylı; düşünce tarihimizdeki “ayaklı kütüphane” dediğimiz insanların neslinden. Onlardan farklı olarak, teknolojinin sağladığı imkânlar sayesinde belli bir konuya odaklanıyor, yazıyor ve kitap neşrediyor. Toplumu enformatik cehalete, akademizmin sığlığına karşı uyarıp koruyanlardan. Zihinsel faaliyetini tümüyle topluma adamış, milletin organik aydını.
Yılmaz kardeşim durmadı dinlenmedi, 27 Mayıs üzerine beş yıl gece gündüz çalıştıktan sonra, şimdi de “Kaostan Düzene: Millete İsyanın Perde Arkası” (Çınaraltı Yayınları) çıkardı. 27 Mayıs’ı gayrimeşruluğunu vurgulamak ve sivil işbirlikçilerini ortaya çıkarmak için darbenin yanı sıra “millete isyan” olarak niteliyor Dönmez. Soluduğumuz havanın 12 Eylül’e değil 27 Mayıs’a ait olduğunu, Erdoğan’ın ‘Yeni Türkiye’si ile Menderes’in ‘Büyük Türkiye’sinin benzerliklerine, kavga ettikleri kesimlerin akrabalığına dikkat çekiyor. 27 Mayıs’ın kara kutusunu açıyor, şimdiye kadar üzeri örtülen birçok gerçeği aydınlatmasının yanı sıra, hep merak ettiğimiz çok partili sisteme geçiş, İnönü’nün demokrasiye nasıl ikna edildiği, DP’nin niye CHP’nin içinde çıktığı, Menderes’in diğer DP kurucularından farkı gibi soruları da ikna edici biçimde cevaplıyor. Sonunda da 27 Mayısçıların Menderes ile kavgalarını halen Erdoğan’a karşı sürdürdükleri tezini dile getiriyor. Ben okudum, öğrendim. Israrla öneririm.