Enayi
Hayvanlar da tıpkı biz insanlar gibi acıkırlar ama açgözlülük sadece bize mahsus... Bu açgözlülük mevzuunu aydınlatmadan mutluluk meselesine ışık düşürmemiz mümkün değil. Zira...
Hayvanlar da tıpkı biz insanlar gibi acıkırlar ama açgözlülük sadece bize mahsus... Bu açgözlülük mevzuunu aydınlatmadan mutluluk meselesine ışık düşürmemiz mümkün değil. Zira açgözlülük doyurulamaz. Göz açlığının doyurulamaması, açgözlülerin asla kanaatkâr insanlar gibi mutlu olamayacakları anlamına gelir. Onların yıldızları ancak çok kısa sürelerle parlayabilir ama yeni bir açgözlülük atağına hazırlanabilmek için kendi ışıklarını bir süre sonra bizzat kendileri söndürmek zorundadırlar.
İşte bu yüzden bir toplumdaki aç gözlülük oranlarını ortaya koymadan –ki bunu asla tam olarak bilemeyiz- yapılan mutluluk anketleri benim için bir değer taşımıyor. Kaldı ki, mutluluk, “Mutlu musunuz?” sorusuna verilen cevaplardan kalkılarak ölçülemez. Bir insanın mutluluk düzeyini anlamak için, “Bir daha dünyaya gelecek olsanız, aynı ülkede, aynı meslekte, aynı aile ve çevrede, aynı şekilde mi yaşamak isterdiniz?” tarzında sorular sormak gerekli. Onların cevapları bile mutluluk düzeyini anlamamız için yeterli olmayabilir.
Mutluluk kelimesinin muhtevasını, zamanı şimdiye, amacı anlık zevke indirgeyen modernlik bozdu. Modern mutluluk algısına en çok ruh sağlığı profesyonelleri sahipler. Yaşam ve algı dünyaları henüz profesyoneller kadar bozulmadığından sıradan insanlar, mutluluğun ne demek olduğunu profesyonellerden daha iyi idrak etmiş durumdalar.
Hayat ve mutluluktan bahsinde söz aldığınızda “çok eğlendim”, “çok zevk aldım” gibi kısa süreli duygulanımlarınızdan ziyade halinizden memnuniyetinizi dile getiriyorsunuzdur. Çoğu zaman bu memnuniyet, ciddi bir basireti, sağduyuyu da temsil eder. Hayatın, kendisine verilen ömrün ne demek olduğunu anlamış, kıymetini bilen, şükür makamındaki sıradan insanlar, başlarına gelen zorlukların, acı ve hüzün dolu yaşam olaylarının mutluluklarına mâni olmadığını bilirler.
Kadim zamanlarda, mutluluk daha ziyade felsefenin konusuydu ve şimdikinden bambaşka ve oldukça sarih bir anlama sahipti. Mutluluğun Arapça'daki karşılığı olan “saadet” kelimesinde asla anlık keyif manası yok. Zaten eski insanlar, “mutluluk” değil “huzur” ararlardı. Huzur ise sadece dinginlik değil aynı zamanda “huzurda”, “hazır ve nazır olmak” anlamına gelirdi. İngilizce'deki “present”in hem hazır bulunmak hem hediye manaları taşıması boşuna değil. “Kut”, “mut”, “umut”, Türkçemizde aynı anlam ağına sahip ve kökenleri Gök Tanrı inancıyla bağlantılı. Çok eski atalarımız Gök Tanrı’nın bağışı olmadan kut almayı, umutlu ve mutlu olmayı mümkün görmüyorlardı.
Bugünküne en yakın anlamda mutluluk kelimesi ilk kez 1690’da John Locke’un “İnsan Zihni Üzerine Bir Denemesi”nde görüldü. Locke, “mümkün olan en yüksek zevk” anlamında mutluluktan bahsetti, “mutluluk için uğraşma hakkı”nın bir insan hakkı olduğunu söyledi. Bu hak, 1776 da Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nde bile yer aldı. Bu hakka öylesine inandık ki, zaman içinde doğrudan doğruya “mutluluk hakkı”na dönüştüğünü bile fark etmedik. Aradaki anlam farkı, kayboldu gitti. Her yeri eskilerin hiç bilmedikleri bir mutluluk lafzı doldurdu. Sisten dumandan hakikat görülmez, gürültüden kargaşadan kimse kimseyi duymaz hale geldi. Öyle ki, günümüzde, aynı anda aynı toplum için kimisi “mutsuzluk salgını”ndan bahsederken kimisi de her insanı mutlu olmaya zorlayan bir mutluluk diktatörlüğü”nden söz edebiliyor. Mutluluğa zorlanınca peşi sıra pozitif düşünme mecburiyeti, kırbacını sırtımızda şaklatıyor. “Pozitif düşünme dini”ne mensubuz artık diyen pek haksız değiller.