Niye tv’deki berbat şeyleri izleriz?
Uzunca bir süreden beri, televizyondan, akıllı telefonlardan, internetten söz edildiğinde, bunlarla ilgili bir soru sorulduğunda “teknomedyatik bir dünyanın içinde yaşıyoruz, bu deniz içre balığız” diye...
Uzunca bir süreden beri, televizyondan, akıllı telefonlardan, internetten söz edildiğinde, bunlarla ilgili bir soru sorulduğunda “teknomedyatik bir dünyanın içinde yaşıyoruz, bu deniz içre balığız” diye söze başlıyorum. Yepyeni bir insanla, yepyeni bir insanlıkla, yepyeni bir zihinle karşı karşıyayız ve içine düştüğümüz bu yeni durumla ilgili hemen hiçbir şey bilmiyoruz! Nasıl geleneksel dünyada nasıl ruhumuzu tabiat, yüz yüze etkileşime, fiziksel ve manevi güce dayalı insan ilişkileri şekillendiriyorsa, şimdi bizim tabiatımız teknomedyatik dünya…
Evet, teknomedyatik yeni denizin balıkları olduğumuzu bilmezsek, ne söylersek söyleyelim tüm konuşmalarımız boşa gider. Benden bir teknoloji felsefesi yapmamı, şiir gibi tepkisel sözler sarf etmemi beklemeyin. Zihnim teknoloji karşısında filozofların, şairlerin zihni gibi huzursuz ve kaygılı ama onlardan farklı olarak şunu söylüyorum: “Beyler ortalığı velveleye vermekle yetinemezsiniz, gerçeği de teslim edin, yenidünya bu! İnsanlara bunu fark etmelerini ve tedbir almalarını söyleyecek cümleleriniz de olsun.” İnsanların psikolojik sağlığıyla ilgili bir hekim olmam böyle dememi gerektiriyor: İnsanlık geri-dönüşü imkânsız olan bir tünelin içine girmişse –ki bence girdi- insanları feryat figan ederek tedirgin etmem, edemem. “Sakin olalım, önümüze bakalım, umudumuzu yitirmeden tünelin ucuna doğru ilerleyelim” derim.
Bir gün mutfakta hem bizim için yemek yapmaya hem de o sırada arada bir göz ucuyla evlilik programı izlemeye çalışan kayınvalideme, izlediği program nedeniyle sitem ettim. Beş vakit namazında, ibadetlerine, hal ve tavırlarına çok dikkat eden bir hanım kayınvalidem… “Ne yapmamı öneriyorsun, sen nasıl kitapla, internetle, yazı yazmakla vakit geçiriyorsan, benim sıkıntılarımı düşünmemem için yapabildiğim en kolay şey bu. Kafayı bunlara verince daha kolay avutuyorum kendimi, bizim anlayacağımız dilden sadece bunlar konuşuyor” deyince sustum da kalakaldım.
Hayat sandığımız kadar ciddi değildir. Hepimizin tüm vaktini kendimizce ciddi ve yararlı bulduğumuz şeylerle uğraşarak geçirmesi mümkün olmaz. İnsanlara dertlerini unutmak, avutmak, eğleşmek, vakit geçirmek, hayatı doldurmak için daha iyi bir yaşam çevresi hazırlayamazsanız, onlar buldukları en kolay yoldan giderler. Geleneksel dünyada, insan ilişkileri, tarla-takat, iş, güç, meşgale, öbür dünya için hazırlanmak tüm vakitleri dolduruyordu. Şimdi modern zamanlarda insanların olağan, olması gereken yaşam çevreleri tarumar edildi, ruhlarına dinlenmek, eğleşmek için hiçbir imkân hazırlanmadı, insanlar sanki birer robot, hayat mekanize bir işleyişmiş gibi düşünüldü. Tüm boşluklar ve ilişkiler, teknolojik ürünlerle ve imgelerle tıka basa dolduruldu. Karşımıza böyle bir dünya, reyting için her şeyi yapan, görüntü cambazlığıyla insanların bakışlarını avlamanın “başarı” sayıldığı meslek madrabazlıkları çıktı. Daha iyisini, başka alternatifleri sunmadığımız, apartmanlara tıkıştırdığımız insanlar, afallayıp kaldılar. Televizyonlarda popüler programların müdavimlerini konuşuyorken mutlaka bu durumları da göz önünde bulundurmalıyız. Kuraklaştırılmış kültürel atmosferde çok da seçme hakkı bırakılmadığını kabul etmeliyiz.
En azından 30 yıldır televizyonun, programlarının kötülüğünden, yol açtığı ahlaki zaaflardan bahsedip duruyoruz. Sadece biz değil, yöneticilerimiz de. O kadar kötüyse çıkarırsınız bir yasa, yasaklarsınız olur biter. Ama yapamıyoruz, yapılamıyor. Bunda, yasakçı zihniyete karşı olmamız kadar ne yapılacağının bilinememesi de pay sahibi diye düşünüyorum.
Kendi adıma hoşnut değilim teknomedyatik dünyadan, ne otomobil kullanırım ne televizyon izlerim. Ama benim yapacak dünya kadar işim var, çoğu zaman 24 saat yetmiyor, hastalarla, dertlerle, kitaplarla, yazıyla (bu arada tabii ki twitterla) boğuşmama. Ev halkını, dostlarımı çokça ihmal ediyorum, yıllardır sinemaya bile gitmişliğim yok. Ama ya gününü nasıl dolduracağını bilmeyenler? Gelin soruyu tam da böyle soralım. Bir insan bir günü, 24 saati nasıl doldurur? Bence modernlik, kaş yapayım derken göz çıkardı, doldurulması zor bir “artık zaman” meydana geldi ve bu da varoluşsal vakuma neden oldu.