Selim kalb
Kalb, Kur’an-ı Kerim’de duyguların, aklın, vicdanın, şahsiyet ve ahlakın velhasıl tüm varoluşumuzun merkezi kavramı olarak yer alıyor. Hidayetin, takvanın, imanın köken aldığı odak olarak...
Kalb, Kur’an-ı Kerim’de duyguların, aklın, vicdanın, şahsiyet ve ahlakın velhasıl tüm varoluşumuzun merkezi kavramı olarak yer alıyor. Hidayetin, takvanın, imanın köken aldığı odak olarak görülüyor. O yüzden İmam Ebu Hanife imanı “kalb ile tasdik, dil ile ikrar” olarak tanımlıyor. Kalb, vazifesini sağlıklı biçimde yapması halinde Allah’a yöneliyor; Allah’ı andıkça yumuşuyor, hassaslaşıp titriyor. Ama aynı kalb, kişinin (nefsin) maneviyata karşı bilinçli menfi çabasının neticesinde ise hastalanabiliyor, hatta bu menfi yolda ısrar edilirse, nankör olunur, kibre kapılıp azgınlaşılırsa katılaşıp, mühürleniyor. Marazı arttıkça kalb, bu kez dalaletin, inkarın, günahkarlık ve nifakın eylem alanı haline gelebiliyor. Kalbin hastalıkları derece derece… Paslanmaktan tamamen kapanıp mühürlenmeye kadar olan bir süreç içinde ilerliyor maraz.
Dikkat edilecek olursa kalbin karşıtı bir başka uzuv veya merkez değil, doğrudan doğruya merkezsizlik… Kalb hastalanıp görevini yapamayınca merkezsiz, pusulasız kalan kişide ve toplumda yıkım ve tahribat ortaya çıkıyor. Kirlenen, kararan, katılaşan bir kalb, iyilik ve hakikate ulaşma arzusunu bütünüyle yitiriyor.
Kur’an’daki “kalb” kavramıyla ile ilgili her incelemede, haklı olarak mutlaka sahih bir hadis naklediliyor: Hz. Peygamber (SAV), “Dikkat ediniz, insan vücudunda bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün beden iyi olur, bozuk olursa bütün vücut bozulur. O, kalptir” diye buyuruyorlar. Kur’an’da bahsi geçen kalb’in de doğrudan doğruya bedendeki fiziki kalbe işaret ettiğini, akleden uzvumuzun kalb olduğunu ileri sürenler, bu hadisi delil olarak gösteriyorlar. Her ne kadar kalbin neliğinin izahında temel önemde olmasa da ben fiziki kalpten ayrı olarak bir de insan varoluşundaki merkezi simgeleyen kavramsal bir oluşum olarak kalbin bulunduğuna inananlardanım. Benim delilim de Kur’an’daki kalbin marazi halleriyle ilgili ifadeler. “Kararan, taşlaşan, kilitlenen, kapanan, sonuçta da mühürlenen kalb, fiziki kalb olmuş olsaydı hayat mümkün olmazdı, o halde sembolik bir manevi oluşum kast ediliyor olmalı” diye düşünüyorum. Bu nedenle nasıl Kur’an’da “maraz” kelimesi hem vücudun hastalanması anlamında hem cahillik, korkaklık, cimrilik, nifak, zulüm gibi kötü ahlakî özellikler ve kişilik bozukluğu anlamında kullanılıyorsa “kalb” sözünün de hem maddi hem manevi anlamda kullanıldığı kanaatindeyim. Kalbin marazileşmesinden bahsediyorduk, devam edelim.
Kalb, içimizde Hakk’ın pusulası olmasına rağmen, yapısı gereği değişime açık. Kişi, kalbini selim tutmak için çabalamazsa, ibretlerden ders alıp kendine çekidüzen vermezse önce sanki iki kalbi varmış gibi biriyle hayrı diğeriyle şerri yaşar. Peygamber Efendimiz (SAV) böyle imanı ve nifakı aynı anda taşıyan kalpleri hem temiz suyla beslenen bitkiye hem irin ve kan yayan yaraya benzetiyor. Kişi, riyakarlığa karşı ihlası, nifaka karşı infakı, ihtirasa karşı kanaatkarlığı, velhasıl eğriliğe karşı doğruluğu hâkim kılmak için gayret etmezse, kalbinin hastalanıp şeytani bir yörüngeye girebileceği konusunda uyarıyor.
İlahi mesajın hak olduğunu anladıkları halde onu inkâr eden münafıkların kalplerini “ters yüz edilmiş” olarak niteleyen Hz. Peygamberden (SAV), kalbi hastalandıran hallerin şunlar olduğunu öğreniyoruz: Sevgisizlik, bencillik, hasetlik, hırsla dünyaya bağlanmak, merhametsizlik, kin, kibir, sui zanda bulunmak, dostları yarı yolda koymak, insanların başlarına gelen musibetlerden zevk almak, verdiği sözleri tutmamak, çok gülüp boş konuşmak, ölümü unutmak…
Kur’an’daki kalb kavramının manasını araştıranlar, kalbin fıtratında iyilik ve temizlik olduğu, bir insanın kalbi doğal saflığını, selim fıtratını koruyor ise doğruyu kolayca bulabildiği sonucuna ulaşıyorlar. Kalbin bu fıtri özelliklerini onun müradifi olarak kullanılan “lübb” kelimesi berrak biçimde ortaya koyuyor. “Lübb sahipleri” (ulu’l-elbâb) sözüyle, ilahi mesajı künhüne vararak anlayan ve bu bilinçle amel eden takva sahibi ve hikmetten nasiplenen, kalpleri temiz, saf, hidayet nuruyla aydınlanmış mümin kişiler anlatılıyor. Buradan kalbin kirden, tozdan, pastan kurtulmuş saf ve temiz özüne ‘lübb’ denildiği anlaşılıyor.