Dünyanın en asil geri dönüşü
Ateşkesin yürürlüğe girdiği pazar sabahından beri Gazze’ye dönenlerin videolarını izliyorum. Bir grup genç adam, teşrik tekbirleri getirerek yürüyordu. Durdular. Hep birlikte secde ettiler. Gururla bakıyorlardı moloz yığınlarına. Dillerde tekbir, gözlerde haykırış: “İşte geldik Gazze, şükür kavuşturana. Taşına, toprağına…” Evlerini arayan insanları gördünüz değil mi? Can havliyle terk ettikleri hanelerini oturulur vaziyette bulmak için dua ediyorlardı. “Allah’ım ne olmuş, evimiz yerinde yok” diyordu
Ateşkesin yürürlüğe girdiği pazar sabahından beri Gazze’ye dönenlerin videolarını izliyorum. Bir grup genç adam, teşrik tekbirleri getirerek yürüyordu. Durdular. Hep birlikte secde ettiler. Gururla bakıyorlardı moloz yığınlarına. Dillerde tekbir, gözlerde haykırış: “İşte geldik Gazze, şükür kavuşturana. Taşına, toprağına…”
Evlerini arayan insanları gördünüz değil mi? Can havliyle terk ettikleri hanelerini oturulur vaziyette bulmak için dua ediyorlardı. “Allah’ım ne olmuş, evimiz yerinde yok” diyordu genç bir kız.
Diğer videoda bir delikanlı harabelerin ortasında kararmış demlikte çay demliyordu. Tekti, etrafında kimseler yoktu. Başını eğmiş tutuşturduğu çalı çırpıdan yükselen ateşe bakıyordu. Dönmüştü işte. Rıfat Alareer’in şehit edilmeden birkaç gün önce yazdığı şiiri omuzlamış gibiydi:
“Eğer ölmem gerekiyorsa,
yaşamalısın,
Hikayemi anlatmak için,
eşyalarımı satmak için,
bir parça kumaş satın almak için
ve ipler…”
Şu sayılar dile kolay gelmesin artık, Gazzeliler “471 günün sonunda” ölümü öldürmenin metanetiyle dönerlerken şehirlerine...
Bir adam yıkıntıların üzerine oturmuş çevresini gözlüyordu. Yerle yeksan olan evinin çatısındaydı oysa. Kamera yaklaşınca fark ettim, dalıp gitmişti. Gözünün görebildiği her noktadaki o griliği, moloz kokan yıkıntıları görmüyordu belli ki. Bir ara gözlerini kıstı. Başını yere eğdi. Bu bir düğümlenme anıydı. Kim bilir neleri hatırlamıştı? Çocukluğunu mu, yoksa çocuklarını mı? Ayağa kalktı. Aklından geçenleri savururcasına ellerini şöyle bir salladı. İlmeklerden birini çözmüştü. Dikildi, bir süre bekledi öylece. Bir briketten güç alarak ayakta kalmayı başarmıştı ve Mahmud Derviş’in dizelerine can katarcasına yürüyordu şimdi:
“Öfkeden köpürerek yaşayan
en sabırlı insanıyım bu diyarın
Zamanın doğuşundan
yılların başlamasından
servilerden, zeytinlerden
otların yeşermesinden
daha eskiye uzanır köklerim!”
Bir kadın, bombaların tezgahını yıkamadığı mutfağını bulmuştu, elinde kap kacaklar vardı. Bakınıyordu. Gözü bir şeylere ilişti. Eğildi aldı. Demir bir kepçeydi. Sağlamdı. Şimdi tek eksik bir tencere ve onu da bulursa yemek yapacak gibiydi. Neyle ve neyin üzerinde? Bu da soru mu şimdi! O bir anneydi, yaşama ve yaşatma savaşını başlatmıştı bile.
Gazze’den geriye ne kalmıştı ki oracıkta bir ocak bulsundu. Ben bunları düşünürken, Gazzeli kadın ‘olsun’ dercesine tencereyi aramaya koyuldu. Buldu mu bilmiyorum, çünkü kameraman başka bir enkazdaki arayışa fokuslanmıştı. Umut, enkazdan çıkacak tencerenin taşlar üzerinde yakılacak ateşte kaynamasıydı.
Sanki Radva Aşur’un Tanturalı Kadın romanındaki sayfayı izliyordum:
“Savaş sana evini terk etmek zorunda kaldığında önemlinin önemlisini yanına almayı öğretir. Bir şişe su mesela. (…) Kesin olan şu ki savaşın sana öğrettiği dördüncü, beşinci, altıncı şey de var... Ama önce de öğrensen sonra da öğrensen her zaman öğrendiğin şey “tahammül” oluyor. Bekliyor ve dayanıyorsun…”
Sonra başka bir videoya iliştim. Gazeteci Cihad Şemale bir kez daha yok edilen Cibaliye’de, yıkıntıların arasında ayakta kalabilmiş duvarları olmayan bir binada ezan okuyordu:
“Allahü ekber,
Lâ ilâhe illallah”
Şemale, gazetecilik hayatının en mühim canlı aktarımını yapıyor, Gazze’nin zaferini ilan ediyordu:
“Allah en büyüktür,
Allah’tan başka ilah yoktur.”
İsrail, Amerika, Batılı ülkeler ve Siyonist düşünce; işte bu imana, inanca, cesarete ve o ezanı okumanın hayaline yenilmişti.
Parça parça izlediğim videolar toplamda 4-5 dakikayı geçmedi. Bazılarını kaç kez başa aldığımı bilmiyorum. Gazze, görünürde yıkılmıştı ancak bu şehrin asil insanları dimdik ayaktaydı. Gazze ağır yara almış lakin kahraman halkı boyun eğmemişti. Evlatlar, anneler, babalar, arkadaşlar, kardeşler dönmüştü işte. Kaç eksik olduklarını saymadan, bin fazlaları saydıkları Gazze’ye kavuşmuşlardı.
Biz peki, biz… Gözlerimizin önündeki soykırımı yenen insanlar için neler yapacağız? Vazifelerimiz neler? Ateşkes soykırımı unutturacak mı mesela? Katillere maddi destek verenlerin can damarlarını kesmek için koyulduğumuz boykot mücadelesi zayıflayacak mı?
“Çok canımız yanıyor hiçbir şey yapamıyoruz, bari karınlarını doyurabilseydik, bari bir çadır temin edip ısıtabilseydik ama yardımlar gitmiyor” diye acımızı yüreğimize gömüyorduk. O kapılar açıldı. 471 gün sonra doyasıya yemek yesin kardeşlerimiz, bomba sesi olmadan uyurken onları ısıtan biz olalım artık değil mi?
Not: Bolu’daki feci yangın hadisesi ciğerlerimizi kor ateşe çevirdi. Sarsıldık. Tatil yapmakta olan 66 insan vefat etti. Aileler sabaha uyanamadı. Akıl alır gibi değil. Nasıl olur, nasıl? Öncesi ve sonrası ile ihmaller olduğu çok bariz. Otelin tahliye edilememesi büyük şüpheler barındırıyor. Umarız tüm sorumlular kısa sürede tespit edilir. Ölenlere rahmet, kederli ailelerine sabırlar diliyorum. Memleketin başı sağ olsun.