Kritik eşik: Nevşin Mengü haklı!
Dizi ile sinema sektöründeki tekelleşme tartışmaları ve camiayı tahkim edenlerin “politik yönleri” ile konuşulması her şeyden önce bir kırılmadır. Cesarettir. Meydan okumadır. Daha da önemlisi “ekosistem” değişikliğinin ayak sesi dir. İsmail Kılıçarslan’ın yıllar evvel kavram olarak önümüze koyup, ülkemizde yaşanan siyasi, ticari ve sosyal gerginlikler ile iletişim kaoslarının arkasında kültür endüstrisine yön verenlerin olduğuna dikkat çektiği “ Kültürel İktidar” meselesi nihayet kendi zemininde
Dizi ile sinema sektöründeki tekelleşme tartışmaları ve camiayı tahkim edenlerin “politik yönleri” ile konuşulması her şeyden önce bir kırılmadır. Cesarettir. Meydan okumadır. Daha da önemlisi “ekosistem” değişikliğinin ayak sesidir.
İsmail Kılıçarslan’ın yıllar evvel kavram olarak önümüze koyup, ülkemizde yaşanan siyasi, ticari ve sosyal gerginlikler ile iletişim kaoslarının arkasında kültür endüstrisine yön verenlerin olduğuna dikkat çektiği “Kültürel İktidar” meselesi nihayet kendi zemininde tartışılıyor. Bu iktidarı elinde tutanların ilk defa, mesleklerinin dışındaki “yüzleriyle” sorgulanmaları şaşkınlığa ve akıl tutulmasına da neden oldu. Birtakım çevrelerin güvendiği dağlar yerinden oynadı. Bazılarının varlık sebepleri ortadan kalktı. Öyle görünüyor ki sinema çevresinde yeteneksizlikleriyle ortada kalacaklar da var bu zamana kadar hakkı yenilen ve önü açılacaklar da.
Oyuncuların cirit attığı semtlerde hayli vakit geçirmiş bir dostumla geçtiğimiz yıl sohbet ederken, “LGBT’yi destekleyen, hayatlarının merkezine oturtan ve hatta işlerinin önüne geçirenler eşcinsel bir yaşam da sürüyorlar mı?” diye sormuştum.
Önce kıs kıs gülmüş ve şu minvalde bir yanıt vermişti: “Bir kere o mikrobu sektördekilere zorla enjekte ediyorlar. Bakma sen dizilerde, filmlerde afili roller kesmelerine. Çoğunun iradesi yok. Kendini yetiştirenler, ailesinden, çevresinden ideolojik olarak beslenmiş, gerçek anlamda bir derdi, kavgası olanlar var tabii ki. Bunlar belli ederler kendilerini. Eyvahları da olmaz. Lakin o camiadaki çoğu figürün fikri alt yapısı yoktur. İdeolojileri de seküler hayattır. Kendilerini üstenci bir bakışla sıfır politik, siyaset dışı görürler. Oysa sıfırdırlar. ‘Sanat yapıyoruz’ dedikleri de ışıltılı hayata tutunmaktır. Bir süre sonra o yaşam biçiminin esiri olurlar. Çıkarıldıkları yerden inmemek için debelenirler. Birçok şarkıcı ve oyuncu sosyal medya sayfalarını bile yönetmekten acizdir.”
Dostum, ilgiyle dinlediğimi görünce, “gözlemlemek istiyorsan gel sokayım seni ortamlarına 15 günde görürsün” diye de eklemişti. Hiç gerek yoktu. Doğu Demirkol, aşırı zeka ürünü dizisi ‘Doğu’nun ikinci bölümde her sokağı sanat koktuğu sanılan Cihangir’in havasını, gözlemlediği seviyesizlik ve pespayeliklere dokundurarak söndürüyordu.
Ayşe Barım’ın sinema sektöründe kurduğu ‘çağdaş feodalite’ye isyan edenlerin anlattıkları da yukarıdaki dizi seti sokağı analizini fazlasıyla teyit ediyor zaten. Bu durumda birçok oyuncunun esaret altına alındığından haberdar dahi olmadıklarını söyleyebiliriz. Bu çıkarım bir “savunma” olamaz elbette. Ancak Kültürel İktidar tartışmasını, mahallelerin mevcut durumu üzerinden de yapmalıyız. Kimler daha çok ve derinlemesine okuyor? Kimler araştırıyor? Kimler nerelerde sosyalleşiyor? İnsani ilişkiler ne durumda? Vakıflar, dernekler neler yapıyor? İdealler, hedefler, gayeler hangi yönde? Mesela kimler büyük bir heyecanla yeni kitaplar basıyor, içerikler üretiyor ve bunları okutup, izletiyor. Ya da ideolojik tartışmalar, çatışmalar ne seviyede?
Şimdi aktaracaklarım şahsi gözlemim ve uzun zamandır çok fazla kişiyle konuşuyorum. Hak verenler de var, “henüz erken” diyenler de. Demem o ki; okuma, yazma, sanat üretme ve düşünceye değer verme disiplini mahalle değiştiriyor. Hem de çok kritik bir eşikteyken. GZT’nin son beş yılda açtığı yol ve gördüğü ilgiyi ölçü sayabiliriz. ‘Tabii’ dizilerinin izlenme rekorları kırması, Tophane’de açılan “Adil-i Mutlak” hüsnühat sergisinin yoğun ilgiden dolayı 20 gün uzatılması da önemli bir veridir. Dindar aile çocuklarının yüksek öğrenimdeki bölüm tercihleri; müziğe, tiyatroya, medyaya ve sinemaya ilgileri ortada. Teknofest’in açtığı çığırı zaten gözlemliyoruz. Potansiyel ortada. O halde Kültürel İktidarın el değiştirmesi kaçınılmaz. Çünkü karşı tarafta da geriye gidiş söz konusu.
Bakın kritik eşik neydi biliyor musunuz? Hatırlayalım, birkaç yıl öncesine kadar İslami camianın gençlerini; değerlerinden ve gelenekten uzaklaşmakla suçlayan, misal ateizmin ve eşcinselliğin imam hatiplerde bile yaygınlaştığını iddia eden, buna paralel AK Parti’yi inşa eden zeminin kaydığını söyleyen yorumlar bir anda her tarafı sarmıştı. İnsanları kendi çocuğundan şüpheye düşürecek kadar etkili olmuştu yapılan tezvirat. Yurt dışından fonlanan medyanın arşivi böylesi haber, rapor ve analizlerle, sahte röportajlarla dolu. Bugün yeniden tartışmaya durduğumuz “Kültürel İktidar” da tam olarak; iddiasını kaybetmiş, cesaretini yitirmiş, ne olursa olsun başaramayacağına inanmış, kendini, değerlerini, inancını inkâr edecek bir ezikliği dayatıyordu. Çünkü ekosistemlerindeki büyük boşluğu en iyi onlar biliyor, görüyorlardı. Özgürlük tanrısına tapındıran Netflix dizilerini tek gecede izlemeyi sosyalleşme aracı, ofansif mizah rezaletini kültürel etkinlik, yapay zekâ uygulaması kullanmayı yetenek sayan bir kitle inşa etmişlerdi. Bu arada İngilizceyi çok iyi bilmek ve aksanlı konuşmak da kimseye artı yazmıyordu artık. Kartal İmam Hatip mezunu liyakatli isimlerin üst düzey mevkilere gelmelerini itibarsızlaştırmaları da bundandı. Çünkü o imam hatiplerden “yeni nesil” oyuncu, senarist, oyuncu koçu, yapımcı, kast direktörler de çıkacak. Biliyorlar.
Şimdi… Nevşin Mengü geçtiğimiz günlerde seküler sermayenin genç kuşak temsilcilerini paylarken mahallesi adına da feryat ediyordu aslında. Sabancı ailesinin üçüncü kuşak temsilcisi Hacı Sabancı’nın gayrimeşru bir ilişkiden çocuğunun olduğu DNA raporuyla ortaya çıkınca magazin sayfaları yıkılmıştı. Cemiyet hayatının çok alışık olduğu bir haberdi oysa. Ancak Mengü burada bir gidişata işaret ederek, “Hep bunlarla duyuyoruz. Onunla mı sevgili, onunla mı sevişti? Öpüşün de arkadaş, bu kadar servet, bu kadar iş, bu kadar iş know how’ının üstündesin ya. Diyoruz ki işte bak Bezos ile Musk, biri diyor ki ‘uzayda üretim’ yapalım. Biri diyor ki ‘Mars’ta koloni kuralım’ falan. Bizimkiler de öpüşmede. Bu ‘üçüncü jenerasyon batırır’ diyorlar ya o.”
Mengü, istemeyerek de olsa Bayraktar kardeşleri örnek göstererek, “Bakın, siz sağda solda oynaşırken, onlar alıp yürüdüler” demeye de getirdi. Kendi zaviyesinden haklı. Gidişatı çok net görmüş.
Bu arada yer bitti ama bu yazı burada bitmedi. İsmail Kılıçarslan da deşerse daha derinlerden devam edecek.