Yoldaşlar Mckinsey Düyun-u Umumiye değil
BİLEREK “Yoldaşlar” diyorum... “Tavariş” (Rusçada yoldaş) de diyebilirdim. Çünkü bazılarının kafası, 1960 model solculukta takılı kalmış vaziyette. * Değerli...
BİLEREK “Yoldaşlar” diyorum...
“Tavariş” (Rusçada yoldaş) de diyebilirdim.
Çünkü bazılarının kafası, 1960 model solculukta takılı kalmış vaziyette.
*
Değerli yoldaşlarım...
- BİR: On altı bakanlığın McKinsey’e denetlendirilmesi kesinlikle Osmanlı’nın Düyun-u Umumiye’si gibi bir şey değildir.
Çok iyi bir şeydir.
*
- İKİ: Krizin başından beri hükümetin aldığı en iyi karardır.
*
- ÜÇ: Bu denetimi, iktidarın denetimindeki bir devlet kuruluşunun yapmasından çok çok daha iyi bir şeydir.
*
- DÖRT: Bunu diyeceğiniz yerde, “Bak ne güzel ekonomide küresel standartlara uyacağınızı ilan ediyorsunuz. Keşke adalet ve demokrasi konusunda da Kopenhag gibi küresel kriterlere uyacağınızı ilan etseniz” deseniz, çok daha akıllı ve çağdaş bir muhalefet anlayışına geleceksiniz.
*
- BEŞ: Değerli yoldaşlarım... Kafanız hâlâ 1960’ların “mandacılık” hurafesine takılmış kalmış.
Aşın bunu artık... Kurtarın artık kendinizi bu 60’ların, 70’lerin “Mülkiye kantini”klişelerinden...
‘KURMAY ZEKÂ’YA ÇOK ÖNEMLİ BİR SORUM VAR
ADALET ve Kalkınma Partisi medyadan sorumlu Başkan Yardımcısı Hüseyin Yayman’ın dün Hürriyet’te İpek Özbey’e verdiği mülakatı dikkatle okudum.
*
*Yayman diyor ki: “Yeni dönemin üç önceliği şunlardır:
- Refahı büyütmek.
- Reformların kurumsallaşması.
- Avrupa Birliği ile ilişkiler.”
*
Ve devam ediyor: “Bunu gerçekleştirecek ‘kurmay zekâ’ bizde mevcuttur.”
*
Cumhurbaşkanı Erdoğan 24 Haziran seçimi öncesinde üç vaatte bulundu.
- Daha fazla özgürlük.
- Daha fazla adalet.
- Daha fazla demokrasi.
*
Cumhurbaşkanı o vaadini seçimden sonra da bir kez tekrarladı... O nedenle kurmay zekâ bu konuda ne düşünüyor merak ettim.
DEMOKRASİSİZ REFAH MI REFAHSIZ DEMOKRASİ Mİ
YAYMAN geçenlerde yayınladığı “Türkiye’ye Yön Veren Konuşmalar” kitabında rahmetli Özal’ın “Üç hürriyet olmadan gelişme olmaz” tezine geniş yer ayırmıştı.
*
Oysa dünkü mülakatta şöyle bir cümlesi var:
“Kişi başına gelirimiz 20 bin dolara çıkınca sorunlarımız kendiliğinden küçülecek, o zaman demokrasimiz de daha az tehdit altında kalacak...”
*
Merak ettim.
Özal’ın “Demokrasisiz gelişme olmaz” tezinin yerine “Refahsız demokrasi olmaz”tezi mi geldi?
DÂHİ BİR SİLİKON PATRONUNA ‘ŞIMARIKLIK YÖNETİMİ’ DERSİ
SİLİKON Vadisi’nin “dehalık kanunları” değişmiyor galiba...
Daha önce Apple’ın kurucusu Steve Jobs’un ve Twitter’ın kurucusu Jack Dorsey’in başına gelen, Tesla’nın kurucusunun da başına geldi.
Kendi kurduğu şirketin yönetiminden uzaklaştırıldı. Silikon dâhilerinin ortak bir özelliği var.
Kendilerine karşı müthiş özgüvenin getirdiği bir şımarıklık bu...
Akıllarına geleni söylüyor, daha da fenası yapıyorlar.
Ben bazı insanlar için “hak edilmiş bir şımarıklığı” kabul ederim.
Şımartma ve şımartılmanın güzel bir duygu olduğuna da inanırım.
Ama “şımarıklık yönetimi” kolay bir iş değildir. Elon Musk gibi arabada giderken, kimseye haber vermeden halka açık şirketi “private” hale getireceğini Twitter mesajı ile duyurmaya kalkarsanız...
İşte böyle Sermaye Piyasası Düzenleme Kurulu’nun taş duvarlarına çarpar, şirketteki koltuğunuzu kaybedersiniz.
BU YILDIRIM HEPİMİZİ ÇARPSA VE GÜÇLENSEK
BBC yapımı “Misfits” dizisini çok geç izlemeye başladım...
Danny Boyle’un kült filmi “Trainspotting” keyfinde bir dizi...
Tam bir İngiliz kara mizahı...
*
Konu da şu...
Bir gün tuhaf bir karabulut şehrin üzerine çöker ve ufak tefek çeşitli suçlardan gözetim altında bulunan bir genç grubun üzerine bu tuhaf buluttan yıldırım düşer. Bunun sonucunda genç insanların hepsi farklı bir güç kazanır. Şimdi size küçük bir test.
*
Fotoğrafta gördüğünüz şu yıldırım çarpma anı sizin başınıza gelse...
Hangi gücü kazanmak isterdiniz?
- Görünmez insan olmak...
*
- Olacak olan olayları önceden görebilmek...
*
- Çevrenizdeki hayvanların ve insanların o an zihninden geçeni okuyabilmek...
*
- Dokunduğunuz her kadın veya erkeğin anında sizi deli gibi arzulamasına neden olmak.
BENİM TERCİHİM
- ÇOCUKLUĞUMDAN beri en büyük hayalim görünmez insan olmaktı.
En fazla hayal kurduğum dönem de gazetecilik yıllarım oldu.
Tabii bu gücü haber atlatmak için kullandığımı hayal ettim.
NE TUHAF, YOKSULLAR DAHA GEVEZE OLURMUŞ
ANKARA Analitik Araştırma Merkezi’nin anketinin çarpıcı sonucu: “Milli geliri düşük olan ülkelerde telefonla daha çok konuşuluyormuş.”
Posta gazetesinin haberine göre Türkiye’nin durumu şöyleymiş:
- Türkler telefonla ayda 442 dakika konuşuyormuş. Yani günde en az 15 dakika...
Bu rakam Avrupa ülkelerinde ise 231 dakikaymış...
Yani günde 7 dakika...
*
- Türklerin yüzde 78’i, gün içinde telefonu hiç çalmasa bile en azından bir kere telefonuna bakıyormuş.
Bu oran İtalya’da yüzde 42, Almanya’da yüzde 38’miş...
BİR TÜRK OLARAK BUNDAN NE SONUÇ ÇIKARMALIYIM
TELEFONDA konuşma oranları bize ne anlatıyor?
- Türklerin daha geveze mi olduğunu, yoksa kendini daha yalnız mı hissettiğini...
- Geveze bir millet oluşumuz, telefon dinleyen istihbarat örgütlerinin işini kolaylaştırıyor mu, zorlaştırıyor mu...