Bak bir varmış bir yokmuş (1)
Bu hafta Foça’ya demir atıp, çocukluk ve gençlik yılları Kadıköy’de geçmiş bir İstanbul sevdalısı olan şair Zeynep Ayşe Edirne ile söyleşi yaptık. Geçmişte kalan, bugün...
Bu hafta Foça’ya demir atıp, çocukluk ve gençlik yılları Kadıköy’de geçmiş bir İstanbul sevdalısı olan şair Zeynep Ayşe Edirne ile söyleşi yaptık. Geçmişte kalan, bugün de olsaydı denilen, özlemle anılan o eski günleri anlattı bana...
“Ah Ethem Bey! Çok güzeldi altmışlı yıllarda çocuk olmak. Film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor o yıllar...
Sokaklarda kızlı erkekli oyunlar oynayarak geçerdi saatler. Kızlar yollara; “Hocam, valla ders çalışacağız” diye okuldan ödünç alınan renkli tebeşirlerle seksek daire karelerini çizerdi. “Ooo piti piti, karamela sepeti, terazi lastik, jimnastik” diyerek tombik, istop, yakar top, uzun eşek, kukalı saklambaç ve misket oynardık. Doyamazdık oyuna, farkına varmazdık havanın karardığının... Sokak lambaları yanınca sevinirdik, “Yaşasın, oyuna devaam” derdik. Ama annelerimizin “Hadiii, akşam oldu artık, baban gelecek şimdi, gir içeri bakiim. Yemekler de pişti, koş ellerini yıka doğru sofraya, yeter artık” diye çığlık çığlığa bağırmasıyla kursağımızda kalırdı sevincimiz... Dağılırdık istemeye istemeye, “evli evine köylü köyüne, evi köyü olmayan fare deliğine” tekerlemesiyle gülüşerek.
TELE-MİSAFİRLİK YILLARI
Akşam olur, yemekler yenir, sonra tele-misafirlik başlardı mahallede. Yani örgüsünü dantelini, çoluğunu çocuğunu kapan televizyonu olan evlere doluşurdu. Çaylar demlenir, çerezler kurabiyeler hazırlanır, sinema saati beklenirdi. Adile Naşit’li, Münir Özkul’lu filmlerde hep birlikte haval...