Bu nasıl bir strateji
Soğuk savaş döneminde uluslar arası ilişkilerde haklılığın esamesi okunmuyordu. Her şey güçlünün isteğine göre şekilleniyor ve öncelikler de güçlünün tehdit ve yayılma arzusuna...
Soğuk savaş döneminde uluslar arası ilişkilerde haklılığın esamesi okunmuyordu. Her şey güçlünün isteğine göre şekilleniyor ve öncelikler de güçlünün tehdit ve yayılma arzusuna göre belirleniyordu. Küreselleşme ile birlikte ‘insani’ öğe yeniden öne çıktı. Bu alanda herkesin ahlaki açıdan doğru davrandığını söyleyemeyiz ama en azından böyle bir kaygının varlığı artık teslim ediliyor. Nitekim Türkiye’nin birçok konuda ‘haklılığı’ da söz konusu ‘insani’ duyarlılığı göstermemizle ve bunu siyasetin parçası kılmamızla bağlantılı…
Ancak yine de güçlü ülkelerin bir avantajı var: İlle de haklı olmak zorunda değiller. Güçlü olmaları işleri istedikleri gibi yönlendirmeye yetiyor. Oysa zayıf ülkelerin haklı olma zorunluluğu var. Ama maalesef haklılık sonuç alma açısından yeterli değil. Zayıf ülkelerin hem haklı olmaları hem de akıllı bir siyaset yürütmeleri lazım.
Türkiye’nin siyasi stratejisini bu açıdan değerlendirdiğimizde ortaya garip bir resim çıkıyor. Ülkedeki darbe girişimi sonrasındaki gelişmelerin algılanması ve mülteciler meselesinde Batı’ya karşı ahlaken haklı olduğumuz apaçık… Ayrıca küresel dünyada Batı’ya tek boyutlu bir ilişki içinde bağlı ve bağımlı olmak zorunda da değiliz. Dolayısıyla avantajlarımızı artırmak üzere Batı’ya bir miktar mesafe almak akıllıca bir strateji olabilir. Ama herhalde Batı’yı karşımıza almak pek akıllıca olmaz, çünkü nihayette zayıf olan biziz…