Halledilemeyen bir travma olarak...
Ulus- devletlerin şekillendiği milliyetçilikler döneminde kimlikler saf ve temiz prototipler olarak ortaya çıktı. Kendiliğinden veya zorla ‘milletleşen’ halkları bir varoluş ekseni etrafında toparlamak, onlara...
Ulus- devletlerin şekillendiği milliyetçilikler döneminde kimlikler saf ve temiz prototipler olarak ortaya çıktı. Kendiliğinden veya zorla ‘milletleşen’ halkları bir varoluş ekseni etrafında toparlamak, onlara geçmişten geleceğe uzanan ve hiç yok olmayacak bir kalıcı nitelik atfetmek, bütünlüğü sağlamak açısından hayati işlev gördü. Her ‘millet’ kendini olumlu özelliklerle tanımlanan bir kimliğe yaslarken, diğer ‘milletleri’ en iyi haliyle muğlak bıraktı, tanımlama zorunluluğu hissetmedi ama karşılaşmalara bağlı olarak onlara olumsuzluk atfetmekten de geri durmadı. Böylece her ‘millet’ için kendi kimliği ışıldayan bir yıldıza dönüştü… Herkesin gıpta etmesi gereken, kıskanılan özelliklere sahip olduğumuza inandık. Ölümlü hayatın ve eksik kişiliklerimizin açığını, değerini hiç yitirmeyecek olan kimliğimizde aradık. Her ‘milletten’ insan bu uğurda kendi kişiliğini ortak iradeyi temsil ettiğine inanılan devlete teslim etmekte beis görmediği gibi, bu uğurda öldü de… Böylesine bir fedakarlığın yapılabilmesini sağlayan unsurlar arasında ‘ulusal’ eğitimi, devlet propagandasını ve toplumsal baskıyı zikretmek gerek. Ancak meselenin akla ve yüreğe hitap eden, her türlü kişiliği kimliğin uzantısı haline getirebilen bir yönü var… Çekilmiş olan acıların sahip olunan kimlikle ilişkilendirilmesi… Bu bakış kimliğin ‘sahiciliğini’ kanıtlamanın ötesinde, söz konusu kimlik sahiplerinin gelinen noktadan çok daha fazlasını ‘hak ettiğini’ ima ediyor. Bedeli ödenmiş bir kimliğin şimdi tarih nezdinde hak ettiği konumu elde etmesi gerektiğine duyulan ortak inanç, halkların kendilerini ‘milletleştirmesini’ de büyük ölçüde doğal bir sürece dönüştürüyor. *** Kimliğin geçmişte yoğrulan ve bizi geleceğe yönelten parlaklığı karşısında, birçok ‘millet’ şu anki durumunu değerlendirirken kendisini haksızlığa uğramışlık ve kandırılmışlık duygusunun baskısı altında hissetmekte. Böylece hemen her kimlik açık ve zımni bir mağduriyet söylemi ile çevreleniyor.